Lucian

30 Ekim 2012 Salı

518 sayfa - yani oldukça kalın aslında.

İlk olarak kapağına baktım, kapağında çok fazla bir resim, yazı vs olmamasına rağmen ben de merak uyandırdı. Direkt aklıma fantastik, meleklerle ilgili bir kitaptır herhalde düşüncesi yerleşti. Sonra arka kapağını okudum, ama bu düşüncemi ne tam olarak destekleyebildim, ne de çürütebildim. İyice merakta kaldım ve satın aldım. :)

Ve şimdi söylemem gereken şey şu ki: Kitaba resmen BAYILDIM! Sanırım okuduğum en iyi 2.kitap benim için. :) Ve iddia ediyorum ki bu kitap tek başına Alacakaranlık serisiyle de, Hush Hush serisiyle de kapışır. Bu benim fikrim tabiki ama bu kadar da net ve kesin bir fikir. :)

Kitabın arka kapağı şu şekilde:

"Bakışları hüzünle doldu ve yüzüne yine o yumuşaklık, kırılganlık geldi. Sanki ince bir buz tabakasının üzerindeydi; sanki aramızda donmuş bir göl vardı ve bir tarafında o, öbür tarafında da ben duruyordum.

Ve birden, onun benim tarafıma, yanıma gelme isteğini hissettim. Ama korkusunu da; o kırılabilecek buz tabakasının çökebileceğine ve onun dibine, ölümcül soğuğa doğru çekilebileceğine dair. Bu çılgıncaydı ama gerçekten onun duygularını hissedebiliyordum. Sadece ne düşündüğü, benim için gizliydi.

Gözleri, bacağımın üzerinde açık duran ellerime takıldı. Sanki cevabı, ellerimin üzerinde arıyormuş gibiydi. "Bilmiyorum." dedi sessizce. "Ben kim olduğumu bilmiyorum.""

Kitap aşk/fantastik/gizem türünde. Ancak fantastik olup olmadığını tüm kitap boyunca çözmeye çalışıyorsunuz. Biliyorsunuz ki ortada tuhaf birşeyler var, ama sonucu ne çıkacak diye meraktan ölüyorsunuz. :) Kitap kendini feci şekilde okutturuyor. Okurken, sanki çok yavaş ilerliyormuş gibi geliyor, ama yine de kendinizi okumaktan alamıyorsunuz. Kitabın sonucunda, hatta bir sonraki bölümde ne olacak diye düşünüp duruyorsunuz.

Ana karakter Rebecca yerine koyuyorsunuz kendinizi. ( Kitabı okuyan eğer dişi bir varlık ise tabi. :)) O üzülünce siz de üzülüyorsunuz, o sevinince, sanki o sevinci de siz yaşıyor gibi oluyorsunuz. İnsanlar laf anlamadığında, olaya müdahele etmek, sizi sinir eden insanları tek tek dövmek istiyorsunuz. :) Olayları siz yaşıyorsunuz sanki. :)

Kitapta ne bir vampir var, ne bir kurt adam var, ne de bir melek var yalnız. :) Ama ortada insan olan bir kız ile fantastik olan bir erkeğin aşkı var. Onların kavuşması-ayrılması, birbirini tanıması var. Fedakarlık var. Arkadaşlık var. Kırılganlık var. Hayat dersleri var. Bu şekliyle de gerçekten çok yönlü bir kitap.

Kitabın sevmediğim tek yanı bölümlerinin uzun olmasıydı. Bir bölüm yaklaşık 20 sayfa falan sürüyordu ve hadi bir bölüm daha okuyayım, öyle yatayım dediğim de bazen oldukça zaman geçiyordu. Belki bölümler daha kısa olsa, daha da mı içine çekerdi, yoksa soğutur muydu bilemiyorum ama şu haliyle bir oturuşta rahat 300 sayfa okuduğumu biliyorum. :)

Kısacası bu tarz kitap sevenlerin mutlaka okuması gerektiğini savunuyorum. Pişman olmayacaklar ve bence çok sevecekler kitabı. :)

Son olarak, her ne kadar sonu devamı gelecekmiş gibi bitmese de, acaba seri mi diye düşündüm ve bir araştırma yaptım. Önce seri olduğunu iddia edenler olmuş ve 3 kitap daha saymışlar. Ancak, onlarda tamamen farklı konular işlenmiş. Dolayısıyla bu kitap sanırım tek başına kalmış. Bir de merak ettim ve acaba filmi çekilmiş mi ya da çekilecek mi diye araştırma yaptım. Ancak henüz bu konuda da bir gelişme olmadığını gördüm. Belki de var ama ben gözden kaçırdım bilemiyorum.

Merak edenler için diğer 3 kitap:

- Whisper
- İsola
- İmago

Karanlık Gölgeler Evi

25 Ekim 2012 Perşembe

Hayalevi Kralları serisinin ilk kitabı.
Kitabı satın aldığımda, seri olduğundan haberim yoktu. Sonradan öğrendim ve serinin diğer kitaplarını araştırdım:

Seri 6 kitaptan oluşmakta. Henüz ilk iki kitap hakkında bilgi verilmekte. Diğer kitap isimlerini bile bulamadım.

1. Karanlık Gölgeler Evi
2. Ormanın Esrarengiz Gözleri (Yayın tarihi olarak belli bir tarih bulamadım, Matbaa'da olarak geçiyor- 13 Ekim tarihinde öyle söylenmiş. Yani ya çıkmıştır, ya da çıkacaktır.)

Konu kitabın arkasında şu şekilde anlatılıyor:

"Her odasında macera ve sırlarla dolu tüyler ürpertici bir eve davetlisiniz.

Küçük bir kasabaya taşınan King ailesi, onları bekleyen tehlikelerden tamamen habersizdir. Uzun zaman önce terk edilmiş bir eve yerleşmeleri, ailenin meraklı oğlu Xander ile kardeşi David'i harekete geçirir. Bu gizemli mekanı keşfe çıkan iki kardeş, yan yana kapıların dizili olduğu gizli bir hole ulaştıklarında kendilerini tahmin etmedikleri bir maceranın içinde bulurlar. Kapıların ardındaki her oda, onları evden uzaklaştırarak bambaşka zamanlara götürmektedir. Fakat aynı şey, o dünyalara ait olanlar için de geçerlidir; bu kapılar sayesinde onlar da eve girebilmektedir.

Gizemli ve bilinmeyen diyarlardan gelen bir saldırganın, Xander ile David'in annesini kaçırmasıyla ortalık iyice karışır. Annelerini bulmak için her türlü tehlikeyi göze alan çocuklar, kendilerini zamanın ötesindeki ürkütücü ve bir o kadar da büyüleyici yerlerde bulurlar. Asıl macera şimdi başlayacaktır..."

Bir kere kitabı çok rahat okuyorsunuz, öyle acayip kafanızı vermenize gerek yok.

Tüyler ürpertici olarak tanımlanmış kitap ama benim hiç tüylerim ürpermedi. :) Kitabı ilk aldığımda Paranormal Activity gibi bir şey beklentisi yaratmıştı bende, ama okudukça anladım ki hiç öyle değil. Tamam, biraz heyecan yaptığınız, hımm şimdi ne olacak ki diye merak ettiğiniz yerler var ama sıkıldığınız yerler de olacak. Kitap biraz ortaokul çocuklarına hitap ediyor gibi geldi bana. Kitabın arkasında "Okuma Grubu Rehberi" denilen bir kısım var ve kitapta olan olaylar karşısında sizin ne yapacağınız gibi sorular sorulmuş. Bir nevi empati yaptırıyor size. Ama oldum olası sevmem zaten bu tarz olayları ben. Sadece kitap okumaktan hoşlanıyorum. :) Belki bu kısım ile işte, ortaokul grubu gençlerin kendilerini geliştirmeye çalışmaları hedeflenmiş olabilir diye düşünüyorum.

Eğer uygun fiyattan bulursam, serinin 2.kitabını da (sıkılma pahasına) alabilirim. Çünkü ne olursa olsun sonu merakta bıraktı ve güzel şeyler olacak, 2.kitap kendini okutacak izlenimi yarattı.

Malum ben de isim hafızası olmadığı için, buraya isimleri not almak istedim. Böylece 2.kitaba uzun bir süre sonra başlasam bile, kim kimdi diye hatırlayabilirim. :) Kısacası burayı okumanıza gerek yok. :))

King Ailesi
-----------------
Xander (Alexander) -> 15 yaşındaki büyük erkek kardeş
David -> 12 yaşındaki küçük erkek kardeş
Toria (Victoria) -> 9 yaşındaki kız kardeş
Ed-> Baba
Hank-> Büyükbaba
Gertrude (Gee)->Anne

Diğer Karakterler
-----------------------------
Wuzzy -> Toria'nın oyuncak ayısının adı :) Sesleri kayıt alma özelliği var.
Dean -> Xander'ın eski kankası
Danielle -> Xander'ın eski kız arkadaşı

Mekanlar
---------------
Pinedale -> Taşındıkları yer
Pasedena -> Eski evlerinin olduğu yer

Işık Prensi

21 Ekim 2012 Pazar
İlk olarak kapağına baktım ve kanatları gördüm ya aha dedim fantastik bir kitap buldum, ben bunu severim. :) Sonra kitabın arkasını okudum ve tamam dedim, ben alıyorum bu kitabı. :))

Arka kapağında konu şu şekilde anlatılmış:

"Sırların sarmaladığı bir adama aşık olabilir misiniz?

Üniversite eğitimi için İstanbul'a gelmiş güzel bir kız, Esin. Karşılaştığı gizemli adam, Emir.

Esin ve Emir beklenmedik bir anda tanışıyorlar. Birbirlerini ilk gördükleri andan itibaren aralarında bir çekim başlıyor ve birbirlerinden uzaklaşamıyorlar. Ancak zamanla, aralarında oluşan bu ilişki, Esin için karmaşık bir hale geliyor. Esin, Emir'de sıradan olmayan bazı özellikler keşfetmeye başlıyor. Esin için Emir'i ve ondaki sırları keşfedeceği gizemli bir yolculuk başlamak üzere..."

Şimdi demem şu ki, bu kitaptan önce malum Alacakaranlık, Hush Hush gibi serileri okumuş biri için vasat kalan bir kitap. Zaten seri olmadığı için de, hemen çat pat hop bitiveriyor kitap. Konu biraz onlar gibi neticede: İnsan olan bir kız, insan olmayan bir erkek, ortada alevlenen bir aşk. Adam hiç yaşlanmayacak, ben buruş buruş olacağım diye düşünen klasik klişe kız repliği...

Kitap okunmayacak kadar kötü değil. Yani kendini okutturur, ama öyle ooo süpermiş ya bayıldım, keşke Esin'in (ana karakter) yerinde olsaydım, ahh ahh dedirtecek, size iç geçirtecek bir kitap da değil. Esas olay kitabın sonlarına doğru gelişiyor zaten ve hemen 2 sayfada da bitiveriyor. İnsanı hiç sürüklemiyor bu durumda. Yani sanki kitabın 3 te 2 si giriş, geri kalan ise gelişme ve sonuç olmuş. Keşke yazar kitabı biraz daha uzatsaydı da okuyucusu daha çok keyif alsaydı.

Kitap, okurken sizi çok sıkmıyor, yani vakit geçirmek için, mesela havuz başında falan, çok fazla kafanızı vermeden okuyabilirsiniz. Ama bana sorarsanız, daha çok böyle orta okula gidenlere hitap edebilecek cinste. Yani ne bileyim, diğer okuduğum kitaplar ve seriler arasında oldukça geride kaldı bu kitap.

P.S : Nemesis Kitap ile de bu kitap sayesinde tanışmış oldum. :))

Emanetçi

20 Ekim 2012 Cumartesi
Öncelikle söylemem gereken şey, kitabı sevgili Barsh, Radikalin yaptığı yarışmadan kazandı ve okumam için bana verdi. O yüzden ona buradan kucak dolusu sevgiler ve teşekkürler. :))

Kitabı ilk elime aldığımda kapağını çok beğendim. Çünkü gerçekten de konusuyla çok uyumlu buldum. Daha buradan ilk artısını aldı benden kitap. :)

İçeriğini ise kitabın kapağından daha çok beğendim. Gerçekten çok güzel bir kitap. Türü gerilim/macera. Bu yüzden sanırım bu kitaptan hemen önce okuduğum Ölü Ruhlar Ormanı (Grange) ile bir kıyaslamaya gittim ve söylemem gerekir ki bu kitap çok feci şekilde Ölü Ruhlar Ormanı'nı sollar. Bir kere kitap o kadar akıcı bir dille yazılmış ki, ne kafanız karışıyor, ne ağır geliyor, ne de anlamadığınız bir yer oluyor. Ayrıca kitapta çok fazla insan adı da geçmediği için, kendinizi verip okumanız kolaylaşıyor. Yaa bu kimdi ki şimdi diyip, kitapta önceki sayfalara dönüp bakmanız gerekmiyor. ( Bu olayı bir çok kitapta yaşıyorum, isim hafızam çok da kuvvetli değil.:)) Konu gayet gerçekçi aslında, yani Ölü Ruhlar Ormanında olaylar biraz daha fantastiğe kaçıyor gibi geliyor size. Bu ise tamamen günlük hayatınızda görebileceğiniz tarzdan işliyor konuyu. (Tabi bazı yerlerde, yok artık deve, acaba gerçekten bu durumu yaşayan insan var mıdır? dediğiniz oluyor :) Ama en azından fantastik değil! Sadece olasılığı biraz düşük. :))

Konusuna gelince, ortada yine bir seri katilimiz var. Katilin hedefi ise hamile kadınlar. Kadınları öldürüp, bebeklerini alıyor. :) Polislerimiz de bu katili yakalamaya çalışıyor. Bana CSI:NY izliyormuşum hissi uyandırdı okurken. O yüzden daha da bir bağlandım kitaba. Eğer siz de bu tarz dizileri seviyorsanız, mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Kitabın arka kapağında ise konu şu şekilde anlatılmış:

"Gülümsedi. İşte ruh oradaydı, kadının içinden gelen yaşam gücü. Kadının ruhunu almak yerine bebeğini alıyordu.

Korkunç bir katil işbaşında. Hedefinde ise kadınlar var, ama sadece hamile kadınlar... Önce onları uyuşturuyor, sonra karınlarını kesip doğmamış bebeklerini alıyor. Dedektif Phil Brennan, cinayet mahallini gördüğünde dünyanın en vahşi katillerinden biriyle karşı karşıya olduğunu anlamakta gecikmiyor. Sevgisiz büyüyen Phil kötülüğü tanıyor, ama yaşadığı hiçbir şey bu gördüklerinden daha korkunç olamaz...

Polis teşkilatının yardım isteği üzerine soruşturmaya dahil olan psikolog Marina Esposito ise, bir süre önce Phil ile yaşadığı aşkı bir kenara bırakmak zorunda. Çünkü başka bir hamile kadını daha öldürmeden önce katili bulmaları gerekiyor...

Üstelik Marina da karnında bir bebek taşıyor."

Ülker Metro Moto Heroes

13 Ekim 2012 Cumartesi

Ülker Metro'nun facebook sayfasındaki mini quizden bilet kazandım ve gözüktü bize Ülker Sports Arena yolları...

Evden saat 15.30'da çıktık ve oraya varmamız 17.40 oldu. :)) Burdan oraya gidiş trafiği berbat ötesi. Köprüden geçmek işkence. Her neyse, saatinde vardık en azından. :))

Kapılar 18.00'da açılacak olarak belirtilmişti ya bildiğiniz kapının önünde 1 km kuyruk vardı. :) Aha dedik, biz de bu kuyruğa gireceksek yandık Allah, ölsen öldürsen sıra gelmez bize. ( Buradan ilk çıkarımımı yaptım. Çıkarım 1: Herkes beleş bilet almış Facebook sayfasından ve çok sayıda beleşçi var :)) E bir de arabayla gitmişiz tabi, araba park sorunu var. Arenanın otoparkı da saat 18.00' da açılacak dendi ya, tüm yollar kapandı. Kavgalar çıktı. Çarpışan arabalar oldu. Bildiğiniz rezillik. Otopark ücreti olarak da 20 TL'cik istediler bu arada. :)) (Burada geldi 2.çıkarım: Biletler beleş ama adamlar otopark ücretinden parayı topladı.:)) Yani kısacası demeye getirdiler ki: "Ya bu 1 kmlik kuyruğa girer can çekişirsiniz ya da paşa paşa otoparka girer ödersiniz.:))" Arabayı otoparka sokan ilk kişilerdendik, o yüzden sorun yaşamadık. Ama daha sonra gelenler yine oldukça sıkıntı yaşamış. :))

İçeri girdik, oturma yerlerine bakmaya başladık. Elimizdeki bilet VIP adı altında geçen bilet, ama içeride hiç de öyle bir şey yok. İsteyen istediği yere oturuyor. :) E hal öyle olunca ve biz de kuyrukta beklemeyip, otoparkın güzelliğinden yararlanıp, içeriye ilk girenlerden olunca, istediğimiz yeri seçtik, oturduk. Bu konuda şans bizden yanaydı.

Ve saat 19.00 olduğunda (gösteri başlama saati) tüm alan dolmuştu. Merdivenlerde oturanlar, ayakta kalanlar bile vardı. Fazla mı bilet satılmıştı? Çözemedik. Gösteri Ozan Çolakoğlu'nun performansı ile başladı. Zaten sevmiyorum o tarz müzikleri falan, o yüzden daha başından bayım bayım oldum. Derken herif yaklaşık 40 dk boyunca dımtıs dımtıs birşeyler çaldı, çalarken de baya bir ileri geri sallandı. :)) Tek ben değil, herkes sıkıldı. Çünkü millet bir anda yuhlamaya başladı. :)) Neyse ki gösterisi bitti de, sunucu çıktı ortaya.

Sunucu en önce "Metrosiklet" hikayesini anlattı. 3 tane falan reklam izlettiler bize. Reklamlar boyunca yuhlamalar devam etti. Çünkü herkes asıl gösteriyi bekliyordu. Derken sunucu yeni bir duyuru yaptı: "Gösteri Ozan Çolakoğlu performansı eşliğinde gerçekleşecek." Ozan Çolakoğlu yine yerini aldı ama yuhlamalar artınca adam gitti. Gösteri Çolakoğlu olmaksızın gerçekleşti ve bence böylece herkes daha mutlu mesut izledi.

Gösteri başladı. Tek kelimeyle süperdi. Motorlarla 30 metre yüksekliğe çıktılar, o yükseklikte motorla ters takla attılar, komple ellerini ayaklarını bıraktılar, poz verdiler. Onlar bunları yaptıkça biz gerildik resmen. Ay adam düşecek, birşey olacak diye diye, uvv voaww ede ede izledik. :) Bu motor gösterilerine başlamadan önce, adamlar bu hareketleri bisikletler üzerinde deniyorlarmış. İlk başlayanlar yani bisiklet kullananların da gösterisi gerçekleşti. Onlar da ters taklalar attı, bisikletleri havada 180 derece döndürdü falan. Ama onlardan birisi bir hareket esnasında ayak bileğinin üstüne düştü. İçimiz acıdı. Ay gitti çocukcağızın bacağı olduk. :))

Sonuç olarak çıkarımlarım şöyle oldu:

1. Beleş baldan tatlıdır.
2. Beleş bilet buldun mu kaçırma. :))
3. Ülker Sports Arena çok uzakta.
4. Boğaz trafiğine kakayım.
5. Motor gösterileri süper ama gerçekten tehlikeli.
6. Otopark bir kurtuluş yoludur.
7. İnsanların çoğu dım-tıs müziği sevmiyor.
8. Ozan Çolakoğlunun fanları motor gösterisini pek sevmiyor. :))
9. İçeriye içecek ve yiyecek sokmanız yasak.
10. Arenaya tok gidin. Çünkü, su 3 TL, kaşarlı biberli sandiviç 8 TL, az bir patlamış mısır 5 TL. :) Hamburger, sosisli gibi şeyler de var ama onları sormaktan korktuk bu fiyatları duyunca. :))

Ölü Ruhlar Ormanı

6 Ekim 2012 Cumartesi

En başta söylemem gereken şey, kitabın kapağına bakıp da aldanmayın. :) Kapak, fantastik bir kitapmış etkisi veriyor; yani ben ilk gördüğümde öyle düşünmüştüm, ama değil. Gerilim/macera türünde bir roman.

Bu kitabı daha önce bir defa elime aldım, o sıra Homeless arkadaşımız, güzel bir kitap değil demişti, sanırım onun etkisinde kalarak, ben de beğenmeyeceğimi düşünüp, bırakmıştım. Sonra aradan bir yıl geçtikten sonra, kitabı tekrar elime aldım vee ahh ahh kafalarımı nereye vursam oldum, sen neden başkasının sözünden etkilenirsin ki oldum, oldum da oldum. :)) Çünkü kitaba tek kelimeyle "bayıldım!" Okuduğum en iyi gerilim/macera kitaplarından biriydi. Kitabı çok kısa sürede bitiremedim, çünkü malum okul, iş, proje derken kitabı ancak yatmadan önce okuyabildim. Her gece 1-2 bölüm okuya okuya da kitabı bitirmem uzun zaman aldı. Zamanım olsa çok rahat 1-2 günde bitirirdim. Gerçekten beğendim, insanı sarıyo, kendinizi olaya kaptırıyorsunuz ve şimdi ne olacak düşüncesi kafanızdan hiç gitmiyor. Hem okurken de, bir çok konu hakkında fikir sahibi oluyorsunuz. Hiç boş bir kitap değil. Yazarı bu konuda tebrik etmek lazım, gerçekten iyi bir bilgi birikimini ortaya koymuş.

Kitapta bir yamyam katil var. Katil, kurbanlarının bacaklarını kollarını koparıyor, yerlerini değiştiriyor, kemiklerine kadar etlerini yiyor, bir nevi ayin yapıyor. Ve seri cinayetler başlıyor. Baş karakterimiz yargıç Jeanne'de katili bulmaya çalışıyor. Kitabın sonunu söyleyip, güzelliği bozmak istemiyorum, ama sonunu da çok beğendim. 

Grange ile bu kitap sayesinde tanıştım ve eğer tüm kitapları da böylesine güzelse, hepsini almayı planlıyorum. Özellikle yeni çıkan "Sisle Gelen Yolcu" listemin ilk sırasında. :)

Hem yazarı, hem de bu kitabı herkese öneriyorum. :)