Kulüp 1000

12 Eylül 2012 Çarşamba

KLON'un yazarından diye... sükse yapmış, "Sayıları yönetirsen dünyayı yönetirsin..." sloganı ile de çıkış yapmış kitap.

Öncelikle kitabın arka kapağındaki yazıyla başlayalım:

"Bir tarafta, insanlar hakkında esrarengiz sezgileri olan ve sayılarla şaşırtıcı bir etkileşim kurmasını sağlayan, yalnızca bilgisayarlara özgü bir yetenekle donatılmış Canada Gold ya da herkesin bildiği adıyla Nada... Parmaklarınızın hareketlerinden yazdığınız mesajı kolayca çözebilir, görür görmez bir insanı en ince detayına kadar sıfır hatayla analiz edebilir. Bu onun hem özel bir dedektif hem de Las Vegas'ın pek çok kumarhanesinde izlenenler listesinin ilk sıralarında yer alan bir poker ve 21 oyuncusu olarak basamakları tırmanmasını kolaylaştıracaktır.

Diğer tarafta, kendilerine 'Bin' diyen çok tehlikeli bir grup... Pisagor öğretilerinin günümüzdeki mirasçıları olan Bin, kimsenin sahip olmadığı matematiksel bilgilere sahip... Çok zengin ve çok güçlüler. Bir hesap makinesiyle uçak düşürebilecek donanımdalar. Sayılarla ilgili en büyük sırları ise dünyanın nasıl ve ne zaman yok olacağını bilmeleri.

Sayılar, olasılıklar ve dahiyane bir kurgu...KULÜP 1000, yılın en iddialı romanlarından biri."

Şimdi, en başta kitabın kapağı gerçekten konuyla süper uyum göstermiş. Bu seçimi yapan her kimse onu tebrik etmek isterim. :) Kitabın içeriğine gelince, yazara da bir tebrik borçlu olduğumuzu söylemem lazım. Çünkü, kitabın yazılabilmesi için bence gerçekten çok fazla araştırma yapmak gerekiyor, bunu bu kadar kurgulayabilmek için iyi sabır, beceri, kültür, hayal gücü lazım. O yüzden bu tarz bir kitap yazabilmek herkesin harcı değil diye düşünüyorum.

Kitap öyle çerez bir kitap değil. Okurken adam akıllı kafanızı verip okumanız lazım, yoksa bazı şeyleri kaçırabiliyorsunuz. Ben bir kaç yeri tekrar geri dönüp okumak zorunda kaldım, sırf bu yüzden. Kitabın sevmediğim bir yönü var, o da içinde çok fazla adamın oluşu, çok fazla kişinin adını kafanızda tutmak zorunda oluşunuz. Arada bir, ulan bu kimdi yaa diye düşünmekten kendimi alamadım. İsim tutma konusunda hafızam pek iyi değil. Bu isim konusunda, yazarın stili bu diye düşünüyorum. Çünkü, Klon kitabında da yine çok fazla adam, isim mevcuttu. Bu yönünü sevmiyorum.

Konu sürükleyici, en başlarda ne olacak ki şimdi ya diye hafiften düşünüyorsunuz, sonlara doğru adrenalin artıyor, bazı yerlerinde heyecan yapıyorsunuz. Bu yönüyle tavsiye ediyorum ama eğer kafanızı verip ciddi ciddi okuyamayacaksanız, hiç kitabı elinize almayın.

Sorun Bende Değil,Sende

3 Eylül 2012 Pazartesi

"Bir kitap okudum hayatım değişti diyebilmeyi çok isterdim.Ama bir adam tanıdım ve hayatımın içine etti." sloganı (!) ile sükse yapmış, dizüstü edebiyat kitabı.

Roman falan değil, bildiğiniz kız kendi hayatını anlatıyor. Bu tarz okuduğum ilk kitap PuCCa'ya ait olunca, bunu da biraz PuCCa özentisi bulmadım değil. Yani anlatırkenki takındığı tavır, kızma şekli, düşünce tarzının belli bir kısmı aynı onun gibi. Çok içten gelmedi aslında bana, biraz yapmacık kokuyor gibi.

Pelin ismindeki baş karakterimiz 4 yıllık ilişkisinin ardından, hiç olmasını beklemediği, her şeyin iyi gittiğini düşündüğü bir anda sevgilisi tarafından terk edilir. Henüz terk etme acısına katlanamamışken, herif gider başka bir kadınla da evlenir. Bunun üzerine de Pelin, neredeyse her önüne gelen erkekle sevgili olur, gerçek aşkı bulmaya çalışır, ama onlarla da sevişir falan yani öyle tabuları yok. Zaten kendi de diyor, ben evlenilecek değil eğlenilecek kızım diye...

Kitabı okurken istemsiz olarak, kendim ile kızı karşılaştırdım. O kadar farklıyız ki şaştım kaldım. Kızın nerdeyse hiç tabusu yok. Hemen hemen bizim yaşlarımızda anladığım kadarıyla ama kendi evinde yaşıyor, hemen hemen her sevgilisi ile sevişiyor, kafasına esince tatile gidiyorum ben diyip tek başına Paris'lere kadar gidebiliyor ve ailesi de bunlara he kızım, süper kızım, iyi etmişsin kızım diyor olmalı, keza hiç onlardan dert yanmamış bu konularda. Türk toplumunda yetişmeyecek bir kız örneği bence. Bizim ailelerimiz daha baskıcı, daha kuralcı, belli tabular var kafamızda, bazı şeylerden bebekler gibi, dokunsak cız olacakmışız gibi korkuyoruz ve kaçıyoruz. Çoğu zamanda bu tarz özgürlüklere, bu kadar özgür olmaya açık olarak yetişmiyoruz (yetiştirilmiyoruz) ve hazır olmuyoruz.

Tamam kızı çok çekiştirdim, azcık da kitaptan bahsedelim: Kitap aslında eğlenceli, hele bir kaç bölümde okurken gülmekten gözümden yaş geldi. Bazı yerlerde sıkıldım ama. Sıkıldığım "kızın herşeyi biliyorum ben, her erkeği elimde,avcumda oynatırım, ilişki kitabını yazdım ben" şeklindeki egosu. Her bir erkekte bir kusur buluyor, o kusurdan da hemen nem kapıyor. Sanki sen süpersin, dört dörtlüksün yaa hayret bir şey dedirtiyor insana. (Evet fark ettim, gene kıza sardım. :)) Her neyse, bazı yerleri komik, bazı yerleri sıkıcı(!), gerçek olduğuna bazı yerlerde hiç inanmadığım ama bazende oha bende yaşadım bu durumu dediğim bir kitap. Dizüstü edebiyat sevenler için vakit geçirticek bir kitap.

Gündüz Ölüsü

1 Eylül 2012 Cumartesi

Uzun zamandır elimde olup da, serinin devamı yok diye başlamadığım, sevgili Homeless'ın da sürekli oku diye baskı yaptığı kitabı en sonunda okuma şerefine eriştim. :))

Öncelikle kitabın arka kapağındaki yazıyı yazıp, konuyu anlatmak istiyorum:

"Sookie Stackhouse, Louisina'nın ufak bir kasabasında, kendi halinde bir bar garsonu. Sessiz,sakin,etliye sütlüye karışmaz ve öyle çok sık dışarıya çıkmaz. Güzel olmadığından değil. Güzel bir kız. Sadece, Sookie bir çeşit 'beceriksizliğe' sahip. İnsanların zihnini okuyabiliyor. Bu yüzden de erkekler tarafından pek tercih edilmiyor, diyelim. Bir gün Bill ile tanışıyor, uzun boylu, yakışıklı, esmer - üstelik Sookie adamın aklından geçen tek kelimeyi bile duymuyor. Bill, Sookie'nin hayatı boyunca beklediği erkek... Fakat Bill'in de kendine has bir 'beceriksizliği' var. O bir vampir, hem de kötü şöhretlisinden. Ciddi anlamda tüyleri diken diken eden bir grupla takılıyor ve hepsi de - ne sürprizdir ki- potansiyel katil. Üstüne üstlük, Sookie'nin iş arkadaşlarından biri öldürülünce, Sookie sıranın kendisinde olduğunu düşünmeye başlıyor."

Kitabın konusu bu şekilde. Bir vampir serisinin daha ilk kitabı. Bu konuyu okuduğumda aklıma ilk gelen şey, Alacakaranlık serisinden fikir mi çalınmış oldu? Bkz. Edwırd telepat, Sookie telepat. Bkz. Edwırd sevdiği kızı duyamıyor, zaten ondan ona karşı ilgi duymaya başlıyor, Sookie Bill'i duyamıyor, ilgi duymaya başlıyor... Dolayısıyla bu kısmı aslında hiç çekici gelmedi. Kitabın içeriğine gelince, bilmiyorum ama bana göre hafiften vasat kaldı. Homeless, baya bir övmüştü bana kitabı, okurken eğlenceksin, gerçekten çerez bir kitap demişti ama ne biliyim...Yani okunmayacak kadar kötü değil, kendini okutuyor ama sizi off hemen okuyup bitirmem lazım yaa çok merak ettim dedirtmiyor. Bana dedirtmedi en azından. Bundan önce okuduğum Gece Evi serisinin ilk kitabı daha güzeldi bana sorarsanız. Ancak fırsat bulduğum zaman bu seriye de devam edebilirim. Bu arada bu serinin en önemli özelliği, True Blood dizisinin bu seriden uyarlanmış olması. Truee Blood'u daha önce izlemedim. Bir ara ona da göz atayım, belki kitapta bulamadığım çekiciliği dizide bulurum. Kim bilir :)