Lucian

30 Ekim 2012 Salı

518 sayfa - yani oldukça kalın aslında.

İlk olarak kapağına baktım, kapağında çok fazla bir resim, yazı vs olmamasına rağmen ben de merak uyandırdı. Direkt aklıma fantastik, meleklerle ilgili bir kitaptır herhalde düşüncesi yerleşti. Sonra arka kapağını okudum, ama bu düşüncemi ne tam olarak destekleyebildim, ne de çürütebildim. İyice merakta kaldım ve satın aldım. :)

Ve şimdi söylemem gereken şey şu ki: Kitaba resmen BAYILDIM! Sanırım okuduğum en iyi 2.kitap benim için. :) Ve iddia ediyorum ki bu kitap tek başına Alacakaranlık serisiyle de, Hush Hush serisiyle de kapışır. Bu benim fikrim tabiki ama bu kadar da net ve kesin bir fikir. :)

Kitabın arka kapağı şu şekilde:

"Bakışları hüzünle doldu ve yüzüne yine o yumuşaklık, kırılganlık geldi. Sanki ince bir buz tabakasının üzerindeydi; sanki aramızda donmuş bir göl vardı ve bir tarafında o, öbür tarafında da ben duruyordum.

Ve birden, onun benim tarafıma, yanıma gelme isteğini hissettim. Ama korkusunu da; o kırılabilecek buz tabakasının çökebileceğine ve onun dibine, ölümcül soğuğa doğru çekilebileceğine dair. Bu çılgıncaydı ama gerçekten onun duygularını hissedebiliyordum. Sadece ne düşündüğü, benim için gizliydi.

Gözleri, bacağımın üzerinde açık duran ellerime takıldı. Sanki cevabı, ellerimin üzerinde arıyormuş gibiydi. "Bilmiyorum." dedi sessizce. "Ben kim olduğumu bilmiyorum.""

Kitap aşk/fantastik/gizem türünde. Ancak fantastik olup olmadığını tüm kitap boyunca çözmeye çalışıyorsunuz. Biliyorsunuz ki ortada tuhaf birşeyler var, ama sonucu ne çıkacak diye meraktan ölüyorsunuz. :) Kitap kendini feci şekilde okutturuyor. Okurken, sanki çok yavaş ilerliyormuş gibi geliyor, ama yine de kendinizi okumaktan alamıyorsunuz. Kitabın sonucunda, hatta bir sonraki bölümde ne olacak diye düşünüp duruyorsunuz.

Ana karakter Rebecca yerine koyuyorsunuz kendinizi. ( Kitabı okuyan eğer dişi bir varlık ise tabi. :)) O üzülünce siz de üzülüyorsunuz, o sevinince, sanki o sevinci de siz yaşıyor gibi oluyorsunuz. İnsanlar laf anlamadığında, olaya müdahele etmek, sizi sinir eden insanları tek tek dövmek istiyorsunuz. :) Olayları siz yaşıyorsunuz sanki. :)

Kitapta ne bir vampir var, ne bir kurt adam var, ne de bir melek var yalnız. :) Ama ortada insan olan bir kız ile fantastik olan bir erkeğin aşkı var. Onların kavuşması-ayrılması, birbirini tanıması var. Fedakarlık var. Arkadaşlık var. Kırılganlık var. Hayat dersleri var. Bu şekliyle de gerçekten çok yönlü bir kitap.

Kitabın sevmediğim tek yanı bölümlerinin uzun olmasıydı. Bir bölüm yaklaşık 20 sayfa falan sürüyordu ve hadi bir bölüm daha okuyayım, öyle yatayım dediğim de bazen oldukça zaman geçiyordu. Belki bölümler daha kısa olsa, daha da mı içine çekerdi, yoksa soğutur muydu bilemiyorum ama şu haliyle bir oturuşta rahat 300 sayfa okuduğumu biliyorum. :)

Kısacası bu tarz kitap sevenlerin mutlaka okuması gerektiğini savunuyorum. Pişman olmayacaklar ve bence çok sevecekler kitabı. :)

Son olarak, her ne kadar sonu devamı gelecekmiş gibi bitmese de, acaba seri mi diye düşündüm ve bir araştırma yaptım. Önce seri olduğunu iddia edenler olmuş ve 3 kitap daha saymışlar. Ancak, onlarda tamamen farklı konular işlenmiş. Dolayısıyla bu kitap sanırım tek başına kalmış. Bir de merak ettim ve acaba filmi çekilmiş mi ya da çekilecek mi diye araştırma yaptım. Ancak henüz bu konuda da bir gelişme olmadığını gördüm. Belki de var ama ben gözden kaçırdım bilemiyorum.

Merak edenler için diğer 3 kitap:

- Whisper
- İsola
- İmago

Karanlık Gölgeler Evi

25 Ekim 2012 Perşembe

Hayalevi Kralları serisinin ilk kitabı.
Kitabı satın aldığımda, seri olduğundan haberim yoktu. Sonradan öğrendim ve serinin diğer kitaplarını araştırdım:

Seri 6 kitaptan oluşmakta. Henüz ilk iki kitap hakkında bilgi verilmekte. Diğer kitap isimlerini bile bulamadım.

1. Karanlık Gölgeler Evi
2. Ormanın Esrarengiz Gözleri (Yayın tarihi olarak belli bir tarih bulamadım, Matbaa'da olarak geçiyor- 13 Ekim tarihinde öyle söylenmiş. Yani ya çıkmıştır, ya da çıkacaktır.)

Konu kitabın arkasında şu şekilde anlatılıyor:

"Her odasında macera ve sırlarla dolu tüyler ürpertici bir eve davetlisiniz.

Küçük bir kasabaya taşınan King ailesi, onları bekleyen tehlikelerden tamamen habersizdir. Uzun zaman önce terk edilmiş bir eve yerleşmeleri, ailenin meraklı oğlu Xander ile kardeşi David'i harekete geçirir. Bu gizemli mekanı keşfe çıkan iki kardeş, yan yana kapıların dizili olduğu gizli bir hole ulaştıklarında kendilerini tahmin etmedikleri bir maceranın içinde bulurlar. Kapıların ardındaki her oda, onları evden uzaklaştırarak bambaşka zamanlara götürmektedir. Fakat aynı şey, o dünyalara ait olanlar için de geçerlidir; bu kapılar sayesinde onlar da eve girebilmektedir.

Gizemli ve bilinmeyen diyarlardan gelen bir saldırganın, Xander ile David'in annesini kaçırmasıyla ortalık iyice karışır. Annelerini bulmak için her türlü tehlikeyi göze alan çocuklar, kendilerini zamanın ötesindeki ürkütücü ve bir o kadar da büyüleyici yerlerde bulurlar. Asıl macera şimdi başlayacaktır..."

Bir kere kitabı çok rahat okuyorsunuz, öyle acayip kafanızı vermenize gerek yok.

Tüyler ürpertici olarak tanımlanmış kitap ama benim hiç tüylerim ürpermedi. :) Kitabı ilk aldığımda Paranormal Activity gibi bir şey beklentisi yaratmıştı bende, ama okudukça anladım ki hiç öyle değil. Tamam, biraz heyecan yaptığınız, hımm şimdi ne olacak ki diye merak ettiğiniz yerler var ama sıkıldığınız yerler de olacak. Kitap biraz ortaokul çocuklarına hitap ediyor gibi geldi bana. Kitabın arkasında "Okuma Grubu Rehberi" denilen bir kısım var ve kitapta olan olaylar karşısında sizin ne yapacağınız gibi sorular sorulmuş. Bir nevi empati yaptırıyor size. Ama oldum olası sevmem zaten bu tarz olayları ben. Sadece kitap okumaktan hoşlanıyorum. :) Belki bu kısım ile işte, ortaokul grubu gençlerin kendilerini geliştirmeye çalışmaları hedeflenmiş olabilir diye düşünüyorum.

Eğer uygun fiyattan bulursam, serinin 2.kitabını da (sıkılma pahasına) alabilirim. Çünkü ne olursa olsun sonu merakta bıraktı ve güzel şeyler olacak, 2.kitap kendini okutacak izlenimi yarattı.

Malum ben de isim hafızası olmadığı için, buraya isimleri not almak istedim. Böylece 2.kitaba uzun bir süre sonra başlasam bile, kim kimdi diye hatırlayabilirim. :) Kısacası burayı okumanıza gerek yok. :))

King Ailesi
-----------------
Xander (Alexander) -> 15 yaşındaki büyük erkek kardeş
David -> 12 yaşındaki küçük erkek kardeş
Toria (Victoria) -> 9 yaşındaki kız kardeş
Ed-> Baba
Hank-> Büyükbaba
Gertrude (Gee)->Anne

Diğer Karakterler
-----------------------------
Wuzzy -> Toria'nın oyuncak ayısının adı :) Sesleri kayıt alma özelliği var.
Dean -> Xander'ın eski kankası
Danielle -> Xander'ın eski kız arkadaşı

Mekanlar
---------------
Pinedale -> Taşındıkları yer
Pasedena -> Eski evlerinin olduğu yer

Işık Prensi

21 Ekim 2012 Pazar
İlk olarak kapağına baktım ve kanatları gördüm ya aha dedim fantastik bir kitap buldum, ben bunu severim. :) Sonra kitabın arkasını okudum ve tamam dedim, ben alıyorum bu kitabı. :))

Arka kapağında konu şu şekilde anlatılmış:

"Sırların sarmaladığı bir adama aşık olabilir misiniz?

Üniversite eğitimi için İstanbul'a gelmiş güzel bir kız, Esin. Karşılaştığı gizemli adam, Emir.

Esin ve Emir beklenmedik bir anda tanışıyorlar. Birbirlerini ilk gördükleri andan itibaren aralarında bir çekim başlıyor ve birbirlerinden uzaklaşamıyorlar. Ancak zamanla, aralarında oluşan bu ilişki, Esin için karmaşık bir hale geliyor. Esin, Emir'de sıradan olmayan bazı özellikler keşfetmeye başlıyor. Esin için Emir'i ve ondaki sırları keşfedeceği gizemli bir yolculuk başlamak üzere..."

Şimdi demem şu ki, bu kitaptan önce malum Alacakaranlık, Hush Hush gibi serileri okumuş biri için vasat kalan bir kitap. Zaten seri olmadığı için de, hemen çat pat hop bitiveriyor kitap. Konu biraz onlar gibi neticede: İnsan olan bir kız, insan olmayan bir erkek, ortada alevlenen bir aşk. Adam hiç yaşlanmayacak, ben buruş buruş olacağım diye düşünen klasik klişe kız repliği...

Kitap okunmayacak kadar kötü değil. Yani kendini okutturur, ama öyle ooo süpermiş ya bayıldım, keşke Esin'in (ana karakter) yerinde olsaydım, ahh ahh dedirtecek, size iç geçirtecek bir kitap da değil. Esas olay kitabın sonlarına doğru gelişiyor zaten ve hemen 2 sayfada da bitiveriyor. İnsanı hiç sürüklemiyor bu durumda. Yani sanki kitabın 3 te 2 si giriş, geri kalan ise gelişme ve sonuç olmuş. Keşke yazar kitabı biraz daha uzatsaydı da okuyucusu daha çok keyif alsaydı.

Kitap, okurken sizi çok sıkmıyor, yani vakit geçirmek için, mesela havuz başında falan, çok fazla kafanızı vermeden okuyabilirsiniz. Ama bana sorarsanız, daha çok böyle orta okula gidenlere hitap edebilecek cinste. Yani ne bileyim, diğer okuduğum kitaplar ve seriler arasında oldukça geride kaldı bu kitap.

P.S : Nemesis Kitap ile de bu kitap sayesinde tanışmış oldum. :))

Emanetçi

20 Ekim 2012 Cumartesi
Öncelikle söylemem gereken şey, kitabı sevgili Barsh, Radikalin yaptığı yarışmadan kazandı ve okumam için bana verdi. O yüzden ona buradan kucak dolusu sevgiler ve teşekkürler. :))

Kitabı ilk elime aldığımda kapağını çok beğendim. Çünkü gerçekten de konusuyla çok uyumlu buldum. Daha buradan ilk artısını aldı benden kitap. :)

İçeriğini ise kitabın kapağından daha çok beğendim. Gerçekten çok güzel bir kitap. Türü gerilim/macera. Bu yüzden sanırım bu kitaptan hemen önce okuduğum Ölü Ruhlar Ormanı (Grange) ile bir kıyaslamaya gittim ve söylemem gerekir ki bu kitap çok feci şekilde Ölü Ruhlar Ormanı'nı sollar. Bir kere kitap o kadar akıcı bir dille yazılmış ki, ne kafanız karışıyor, ne ağır geliyor, ne de anlamadığınız bir yer oluyor. Ayrıca kitapta çok fazla insan adı da geçmediği için, kendinizi verip okumanız kolaylaşıyor. Yaa bu kimdi ki şimdi diyip, kitapta önceki sayfalara dönüp bakmanız gerekmiyor. ( Bu olayı bir çok kitapta yaşıyorum, isim hafızam çok da kuvvetli değil.:)) Konu gayet gerçekçi aslında, yani Ölü Ruhlar Ormanında olaylar biraz daha fantastiğe kaçıyor gibi geliyor size. Bu ise tamamen günlük hayatınızda görebileceğiniz tarzdan işliyor konuyu. (Tabi bazı yerlerde, yok artık deve, acaba gerçekten bu durumu yaşayan insan var mıdır? dediğiniz oluyor :) Ama en azından fantastik değil! Sadece olasılığı biraz düşük. :))

Konusuna gelince, ortada yine bir seri katilimiz var. Katilin hedefi ise hamile kadınlar. Kadınları öldürüp, bebeklerini alıyor. :) Polislerimiz de bu katili yakalamaya çalışıyor. Bana CSI:NY izliyormuşum hissi uyandırdı okurken. O yüzden daha da bir bağlandım kitaba. Eğer siz de bu tarz dizileri seviyorsanız, mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Kitabın arka kapağında ise konu şu şekilde anlatılmış:

"Gülümsedi. İşte ruh oradaydı, kadının içinden gelen yaşam gücü. Kadının ruhunu almak yerine bebeğini alıyordu.

Korkunç bir katil işbaşında. Hedefinde ise kadınlar var, ama sadece hamile kadınlar... Önce onları uyuşturuyor, sonra karınlarını kesip doğmamış bebeklerini alıyor. Dedektif Phil Brennan, cinayet mahallini gördüğünde dünyanın en vahşi katillerinden biriyle karşı karşıya olduğunu anlamakta gecikmiyor. Sevgisiz büyüyen Phil kötülüğü tanıyor, ama yaşadığı hiçbir şey bu gördüklerinden daha korkunç olamaz...

Polis teşkilatının yardım isteği üzerine soruşturmaya dahil olan psikolog Marina Esposito ise, bir süre önce Phil ile yaşadığı aşkı bir kenara bırakmak zorunda. Çünkü başka bir hamile kadını daha öldürmeden önce katili bulmaları gerekiyor...

Üstelik Marina da karnında bir bebek taşıyor."

Ülker Metro Moto Heroes

13 Ekim 2012 Cumartesi

Ülker Metro'nun facebook sayfasındaki mini quizden bilet kazandım ve gözüktü bize Ülker Sports Arena yolları...

Evden saat 15.30'da çıktık ve oraya varmamız 17.40 oldu. :)) Burdan oraya gidiş trafiği berbat ötesi. Köprüden geçmek işkence. Her neyse, saatinde vardık en azından. :))

Kapılar 18.00'da açılacak olarak belirtilmişti ya bildiğiniz kapının önünde 1 km kuyruk vardı. :) Aha dedik, biz de bu kuyruğa gireceksek yandık Allah, ölsen öldürsen sıra gelmez bize. ( Buradan ilk çıkarımımı yaptım. Çıkarım 1: Herkes beleş bilet almış Facebook sayfasından ve çok sayıda beleşçi var :)) E bir de arabayla gitmişiz tabi, araba park sorunu var. Arenanın otoparkı da saat 18.00' da açılacak dendi ya, tüm yollar kapandı. Kavgalar çıktı. Çarpışan arabalar oldu. Bildiğiniz rezillik. Otopark ücreti olarak da 20 TL'cik istediler bu arada. :)) (Burada geldi 2.çıkarım: Biletler beleş ama adamlar otopark ücretinden parayı topladı.:)) Yani kısacası demeye getirdiler ki: "Ya bu 1 kmlik kuyruğa girer can çekişirsiniz ya da paşa paşa otoparka girer ödersiniz.:))" Arabayı otoparka sokan ilk kişilerdendik, o yüzden sorun yaşamadık. Ama daha sonra gelenler yine oldukça sıkıntı yaşamış. :))

İçeri girdik, oturma yerlerine bakmaya başladık. Elimizdeki bilet VIP adı altında geçen bilet, ama içeride hiç de öyle bir şey yok. İsteyen istediği yere oturuyor. :) E hal öyle olunca ve biz de kuyrukta beklemeyip, otoparkın güzelliğinden yararlanıp, içeriye ilk girenlerden olunca, istediğimiz yeri seçtik, oturduk. Bu konuda şans bizden yanaydı.

Ve saat 19.00 olduğunda (gösteri başlama saati) tüm alan dolmuştu. Merdivenlerde oturanlar, ayakta kalanlar bile vardı. Fazla mı bilet satılmıştı? Çözemedik. Gösteri Ozan Çolakoğlu'nun performansı ile başladı. Zaten sevmiyorum o tarz müzikleri falan, o yüzden daha başından bayım bayım oldum. Derken herif yaklaşık 40 dk boyunca dımtıs dımtıs birşeyler çaldı, çalarken de baya bir ileri geri sallandı. :)) Tek ben değil, herkes sıkıldı. Çünkü millet bir anda yuhlamaya başladı. :)) Neyse ki gösterisi bitti de, sunucu çıktı ortaya.

Sunucu en önce "Metrosiklet" hikayesini anlattı. 3 tane falan reklam izlettiler bize. Reklamlar boyunca yuhlamalar devam etti. Çünkü herkes asıl gösteriyi bekliyordu. Derken sunucu yeni bir duyuru yaptı: "Gösteri Ozan Çolakoğlu performansı eşliğinde gerçekleşecek." Ozan Çolakoğlu yine yerini aldı ama yuhlamalar artınca adam gitti. Gösteri Çolakoğlu olmaksızın gerçekleşti ve bence böylece herkes daha mutlu mesut izledi.

Gösteri başladı. Tek kelimeyle süperdi. Motorlarla 30 metre yüksekliğe çıktılar, o yükseklikte motorla ters takla attılar, komple ellerini ayaklarını bıraktılar, poz verdiler. Onlar bunları yaptıkça biz gerildik resmen. Ay adam düşecek, birşey olacak diye diye, uvv voaww ede ede izledik. :) Bu motor gösterilerine başlamadan önce, adamlar bu hareketleri bisikletler üzerinde deniyorlarmış. İlk başlayanlar yani bisiklet kullananların da gösterisi gerçekleşti. Onlar da ters taklalar attı, bisikletleri havada 180 derece döndürdü falan. Ama onlardan birisi bir hareket esnasında ayak bileğinin üstüne düştü. İçimiz acıdı. Ay gitti çocukcağızın bacağı olduk. :))

Sonuç olarak çıkarımlarım şöyle oldu:

1. Beleş baldan tatlıdır.
2. Beleş bilet buldun mu kaçırma. :))
3. Ülker Sports Arena çok uzakta.
4. Boğaz trafiğine kakayım.
5. Motor gösterileri süper ama gerçekten tehlikeli.
6. Otopark bir kurtuluş yoludur.
7. İnsanların çoğu dım-tıs müziği sevmiyor.
8. Ozan Çolakoğlunun fanları motor gösterisini pek sevmiyor. :))
9. İçeriye içecek ve yiyecek sokmanız yasak.
10. Arenaya tok gidin. Çünkü, su 3 TL, kaşarlı biberli sandiviç 8 TL, az bir patlamış mısır 5 TL. :) Hamburger, sosisli gibi şeyler de var ama onları sormaktan korktuk bu fiyatları duyunca. :))

Ölü Ruhlar Ormanı

6 Ekim 2012 Cumartesi

En başta söylemem gereken şey, kitabın kapağına bakıp da aldanmayın. :) Kapak, fantastik bir kitapmış etkisi veriyor; yani ben ilk gördüğümde öyle düşünmüştüm, ama değil. Gerilim/macera türünde bir roman.

Bu kitabı daha önce bir defa elime aldım, o sıra Homeless arkadaşımız, güzel bir kitap değil demişti, sanırım onun etkisinde kalarak, ben de beğenmeyeceğimi düşünüp, bırakmıştım. Sonra aradan bir yıl geçtikten sonra, kitabı tekrar elime aldım vee ahh ahh kafalarımı nereye vursam oldum, sen neden başkasının sözünden etkilenirsin ki oldum, oldum da oldum. :)) Çünkü kitaba tek kelimeyle "bayıldım!" Okuduğum en iyi gerilim/macera kitaplarından biriydi. Kitabı çok kısa sürede bitiremedim, çünkü malum okul, iş, proje derken kitabı ancak yatmadan önce okuyabildim. Her gece 1-2 bölüm okuya okuya da kitabı bitirmem uzun zaman aldı. Zamanım olsa çok rahat 1-2 günde bitirirdim. Gerçekten beğendim, insanı sarıyo, kendinizi olaya kaptırıyorsunuz ve şimdi ne olacak düşüncesi kafanızdan hiç gitmiyor. Hem okurken de, bir çok konu hakkında fikir sahibi oluyorsunuz. Hiç boş bir kitap değil. Yazarı bu konuda tebrik etmek lazım, gerçekten iyi bir bilgi birikimini ortaya koymuş.

Kitapta bir yamyam katil var. Katil, kurbanlarının bacaklarını kollarını koparıyor, yerlerini değiştiriyor, kemiklerine kadar etlerini yiyor, bir nevi ayin yapıyor. Ve seri cinayetler başlıyor. Baş karakterimiz yargıç Jeanne'de katili bulmaya çalışıyor. Kitabın sonunu söyleyip, güzelliği bozmak istemiyorum, ama sonunu da çok beğendim. 

Grange ile bu kitap sayesinde tanıştım ve eğer tüm kitapları da böylesine güzelse, hepsini almayı planlıyorum. Özellikle yeni çıkan "Sisle Gelen Yolcu" listemin ilk sırasında. :)

Hem yazarı, hem de bu kitabı herkese öneriyorum. :)

Kulüp 1000

12 Eylül 2012 Çarşamba

KLON'un yazarından diye... sükse yapmış, "Sayıları yönetirsen dünyayı yönetirsin..." sloganı ile de çıkış yapmış kitap.

Öncelikle kitabın arka kapağındaki yazıyla başlayalım:

"Bir tarafta, insanlar hakkında esrarengiz sezgileri olan ve sayılarla şaşırtıcı bir etkileşim kurmasını sağlayan, yalnızca bilgisayarlara özgü bir yetenekle donatılmış Canada Gold ya da herkesin bildiği adıyla Nada... Parmaklarınızın hareketlerinden yazdığınız mesajı kolayca çözebilir, görür görmez bir insanı en ince detayına kadar sıfır hatayla analiz edebilir. Bu onun hem özel bir dedektif hem de Las Vegas'ın pek çok kumarhanesinde izlenenler listesinin ilk sıralarında yer alan bir poker ve 21 oyuncusu olarak basamakları tırmanmasını kolaylaştıracaktır.

Diğer tarafta, kendilerine 'Bin' diyen çok tehlikeli bir grup... Pisagor öğretilerinin günümüzdeki mirasçıları olan Bin, kimsenin sahip olmadığı matematiksel bilgilere sahip... Çok zengin ve çok güçlüler. Bir hesap makinesiyle uçak düşürebilecek donanımdalar. Sayılarla ilgili en büyük sırları ise dünyanın nasıl ve ne zaman yok olacağını bilmeleri.

Sayılar, olasılıklar ve dahiyane bir kurgu...KULÜP 1000, yılın en iddialı romanlarından biri."

Şimdi, en başta kitabın kapağı gerçekten konuyla süper uyum göstermiş. Bu seçimi yapan her kimse onu tebrik etmek isterim. :) Kitabın içeriğine gelince, yazara da bir tebrik borçlu olduğumuzu söylemem lazım. Çünkü, kitabın yazılabilmesi için bence gerçekten çok fazla araştırma yapmak gerekiyor, bunu bu kadar kurgulayabilmek için iyi sabır, beceri, kültür, hayal gücü lazım. O yüzden bu tarz bir kitap yazabilmek herkesin harcı değil diye düşünüyorum.

Kitap öyle çerez bir kitap değil. Okurken adam akıllı kafanızı verip okumanız lazım, yoksa bazı şeyleri kaçırabiliyorsunuz. Ben bir kaç yeri tekrar geri dönüp okumak zorunda kaldım, sırf bu yüzden. Kitabın sevmediğim bir yönü var, o da içinde çok fazla adamın oluşu, çok fazla kişinin adını kafanızda tutmak zorunda oluşunuz. Arada bir, ulan bu kimdi yaa diye düşünmekten kendimi alamadım. İsim tutma konusunda hafızam pek iyi değil. Bu isim konusunda, yazarın stili bu diye düşünüyorum. Çünkü, Klon kitabında da yine çok fazla adam, isim mevcuttu. Bu yönünü sevmiyorum.

Konu sürükleyici, en başlarda ne olacak ki şimdi ya diye hafiften düşünüyorsunuz, sonlara doğru adrenalin artıyor, bazı yerlerinde heyecan yapıyorsunuz. Bu yönüyle tavsiye ediyorum ama eğer kafanızı verip ciddi ciddi okuyamayacaksanız, hiç kitabı elinize almayın.

Sorun Bende Değil,Sende

3 Eylül 2012 Pazartesi

"Bir kitap okudum hayatım değişti diyebilmeyi çok isterdim.Ama bir adam tanıdım ve hayatımın içine etti." sloganı (!) ile sükse yapmış, dizüstü edebiyat kitabı.

Roman falan değil, bildiğiniz kız kendi hayatını anlatıyor. Bu tarz okuduğum ilk kitap PuCCa'ya ait olunca, bunu da biraz PuCCa özentisi bulmadım değil. Yani anlatırkenki takındığı tavır, kızma şekli, düşünce tarzının belli bir kısmı aynı onun gibi. Çok içten gelmedi aslında bana, biraz yapmacık kokuyor gibi.

Pelin ismindeki baş karakterimiz 4 yıllık ilişkisinin ardından, hiç olmasını beklemediği, her şeyin iyi gittiğini düşündüğü bir anda sevgilisi tarafından terk edilir. Henüz terk etme acısına katlanamamışken, herif gider başka bir kadınla da evlenir. Bunun üzerine de Pelin, neredeyse her önüne gelen erkekle sevgili olur, gerçek aşkı bulmaya çalışır, ama onlarla da sevişir falan yani öyle tabuları yok. Zaten kendi de diyor, ben evlenilecek değil eğlenilecek kızım diye...

Kitabı okurken istemsiz olarak, kendim ile kızı karşılaştırdım. O kadar farklıyız ki şaştım kaldım. Kızın nerdeyse hiç tabusu yok. Hemen hemen bizim yaşlarımızda anladığım kadarıyla ama kendi evinde yaşıyor, hemen hemen her sevgilisi ile sevişiyor, kafasına esince tatile gidiyorum ben diyip tek başına Paris'lere kadar gidebiliyor ve ailesi de bunlara he kızım, süper kızım, iyi etmişsin kızım diyor olmalı, keza hiç onlardan dert yanmamış bu konularda. Türk toplumunda yetişmeyecek bir kız örneği bence. Bizim ailelerimiz daha baskıcı, daha kuralcı, belli tabular var kafamızda, bazı şeylerden bebekler gibi, dokunsak cız olacakmışız gibi korkuyoruz ve kaçıyoruz. Çoğu zamanda bu tarz özgürlüklere, bu kadar özgür olmaya açık olarak yetişmiyoruz (yetiştirilmiyoruz) ve hazır olmuyoruz.

Tamam kızı çok çekiştirdim, azcık da kitaptan bahsedelim: Kitap aslında eğlenceli, hele bir kaç bölümde okurken gülmekten gözümden yaş geldi. Bazı yerlerde sıkıldım ama. Sıkıldığım "kızın herşeyi biliyorum ben, her erkeği elimde,avcumda oynatırım, ilişki kitabını yazdım ben" şeklindeki egosu. Her bir erkekte bir kusur buluyor, o kusurdan da hemen nem kapıyor. Sanki sen süpersin, dört dörtlüksün yaa hayret bir şey dedirtiyor insana. (Evet fark ettim, gene kıza sardım. :)) Her neyse, bazı yerleri komik, bazı yerleri sıkıcı(!), gerçek olduğuna bazı yerlerde hiç inanmadığım ama bazende oha bende yaşadım bu durumu dediğim bir kitap. Dizüstü edebiyat sevenler için vakit geçirticek bir kitap.

Gündüz Ölüsü

1 Eylül 2012 Cumartesi

Uzun zamandır elimde olup da, serinin devamı yok diye başlamadığım, sevgili Homeless'ın da sürekli oku diye baskı yaptığı kitabı en sonunda okuma şerefine eriştim. :))

Öncelikle kitabın arka kapağındaki yazıyı yazıp, konuyu anlatmak istiyorum:

"Sookie Stackhouse, Louisina'nın ufak bir kasabasında, kendi halinde bir bar garsonu. Sessiz,sakin,etliye sütlüye karışmaz ve öyle çok sık dışarıya çıkmaz. Güzel olmadığından değil. Güzel bir kız. Sadece, Sookie bir çeşit 'beceriksizliğe' sahip. İnsanların zihnini okuyabiliyor. Bu yüzden de erkekler tarafından pek tercih edilmiyor, diyelim. Bir gün Bill ile tanışıyor, uzun boylu, yakışıklı, esmer - üstelik Sookie adamın aklından geçen tek kelimeyi bile duymuyor. Bill, Sookie'nin hayatı boyunca beklediği erkek... Fakat Bill'in de kendine has bir 'beceriksizliği' var. O bir vampir, hem de kötü şöhretlisinden. Ciddi anlamda tüyleri diken diken eden bir grupla takılıyor ve hepsi de - ne sürprizdir ki- potansiyel katil. Üstüne üstlük, Sookie'nin iş arkadaşlarından biri öldürülünce, Sookie sıranın kendisinde olduğunu düşünmeye başlıyor."

Kitabın konusu bu şekilde. Bir vampir serisinin daha ilk kitabı. Bu konuyu okuduğumda aklıma ilk gelen şey, Alacakaranlık serisinden fikir mi çalınmış oldu? Bkz. Edwırd telepat, Sookie telepat. Bkz. Edwırd sevdiği kızı duyamıyor, zaten ondan ona karşı ilgi duymaya başlıyor, Sookie Bill'i duyamıyor, ilgi duymaya başlıyor... Dolayısıyla bu kısmı aslında hiç çekici gelmedi. Kitabın içeriğine gelince, bilmiyorum ama bana göre hafiften vasat kaldı. Homeless, baya bir övmüştü bana kitabı, okurken eğlenceksin, gerçekten çerez bir kitap demişti ama ne biliyim...Yani okunmayacak kadar kötü değil, kendini okutuyor ama sizi off hemen okuyup bitirmem lazım yaa çok merak ettim dedirtmiyor. Bana dedirtmedi en azından. Bundan önce okuduğum Gece Evi serisinin ilk kitabı daha güzeldi bana sorarsanız. Ancak fırsat bulduğum zaman bu seriye de devam edebilirim. Bu arada bu serinin en önemli özelliği, True Blood dizisinin bu seriden uyarlanmış olması. Truee Blood'u daha önce izlemedim. Bir ara ona da göz atayım, belki kitapta bulamadığım çekiciliği dizide bulurum. Kim bilir :)

İşaret

26 Ağustos 2012 Pazar

Tatilden o kadar istemeye istemeye döndüm ki, İstanbul'a gelince sudan çıkmış balık gibi oldum. Sanki buraya ait değilmişim gibi hissettim. Bu ev, bu semt, bu oda bana ait değilmiş gibi geldi. Kalbimin yarısını Kuşadası'nda bıraktım da geldim resmen. İşte bu anda , bu sıcakta , bu sevmediğim şehirde kafamı dağıtmak için hemen bir kitaba başladım ve yaklaşık olarak da bir buçuk gün içerisinde bitti. Şansıma kitap gerçekten sarıcı, sürükleyici çıktı da biraz kafam dağıldı.

İşaret, gece evi serisinin ilk kitabı. Yanlış bilmiyorsam, sonradan yeni kitap çıktı mı emin değilim, 9 kitaplık bir serinin ilk kitabı. Ve yine favori konularımdan (!) biri olan vampirler hakkında bir kitap! Bildiğiniz tüm vampir kitaplarının aksine bir kitap hem de! Bildiğimiz nedir? Bir vampir, masum bir insanın kanını içer. Sonra ona kanını içtirir, sonra da ölürse alın size yeni bir vampir oluşur. İşte bu kitap da bu klasikliği aşıyoruz. Burada vampir olacak adaylar işaretleniyor ve 4 yıllık bir "gece evi" okuluna gitmek zorunda kalıyorlar. Burada da bildiğiniz "Introduction to Wampire World 101" gibi dersler alıyorlar. Bu yönden bence daha çekici hale gelmiş. Yani bildiğimiz kalıpların dışında, değişik bir şey okumak gerçekten güzel.

Kitabın arka kapağının ilk cümlesi "Yeni bir hayat, yeni bir aşk..." Vampir ve aşk kelimeleri yan yana gelince, nedense bende ilk olarak Alacakaranlık serisi çağrışıyor ama ondan çok çok farklı bir kitap. Tamam kitabın içinde aşk da var ama ona çok fazla yer verilmemiş. Bir alacakaranlıktaki Bella Edwırd aşkı kadar bişi yok bunda.Farklı konuları da içeriyor. Ancak bir uyarı yapmak gerek, içerisinde +18'e kaçabilecek yerler var, o yüzden okuyucu kitlesi azıcık buna da dikkat etsin.

Kısaca toparlamak gerekirse, çok çabuk bitirmemden de anlaşılacağı üzere, kitabı beğendim. Kitabın sonunda serinin 2.kitabı İhanet hakkında da bişiler anlatılmış. Bu da serinin gidişatı için bir fikir verebilir sizlere. Ben en yakın zamanda 2.kitabı alıp seriye devam etmeyi planlıyorum. :))

Cennete Bir Bilet



Kitabın adına ve kapağına baktığım an içimi ısıtan bir kitaptı ve bunu almam gerek diye düşündüm! Yine Bakırköy’deki köprü üstünden aldığım kitaplardan biri.

Kitabın adına baktığım zaman ilk olarak nedense, aklıma melekler, fantastik ama aşk dolu hikayeler geldi. Zamanında bir film izlemiştim. Melek olan bir kadın vardı, dünyaya iniyordu vs vs. Siyah beyaz bir filmdi ve sanırım CNBC-E de izliyordum. Ara ara sürekli veriyordu ben küçükken. Ama adını dahi hatırlamıyorum şu an. Her neyse, kitabın adını okuduğum zaman ilk olarak o film canlandı işte gözümde. Yalnız ne umdum, ne buldum durumu yaşadım. Kitapta melekler yok, kitapta fantastik bir şey de yok. Ha aşk kısmında doğru bilmişim. :)) Ayrıca, yazın tatildeyken de aşk kitapları okumak güzel oluyormuş, normalde pek sevmem ama yazın insan aşka mı geliyor, ne oluyor eehhehe :))

Kitapta kocasını çok seven ve ona sadık olup, onun da kendisine sadık olduğuna inanan bir kadının, kocasını başka bir kadınla basması üzerine kırık kalbiyle başka bir yere taşınıp, başka bir aşka yelken açışını ve bunda da yine korkarak, sevgisinin nankörlüğe uğrayacağı hissiyle savaştığı hikayesine ortak oluyoruz. Bazen böyle kitapları okuduğum zaman kadının tek düşmanı yine başka kadındır diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Bunu birbirimize yapmayalım hanımlar, bir erkek için değmez yahu!
Yazın tatile çıkacak olanlar ve bu tarz kitap sevenler mutlaka bu kitabı bavullarına atsınlar. Belki bunu söylemek için şimdilik geç kaldım ama seneye bu kitabı es geçmeyin. :))

Metropol Kızları



Tam bir tatil kitabıymış, çok sevdim. Öyle çok kafanızı vermeniz gerekmeden, sizi çok fazla düşüncelere sokmadan, size iyi vakit geçirticek, içinizi ısıtacak, bazı yerlerde güleceğiniz, bazı yerlerde şükür edeceğiniz, bazı yerlerde hayatı sorgulayacağınız ve bazı yerlerde de bir şeyler öğreneceğiniz bir kitap.

Kitapta 3 kız arkadaşın hayat hikayelerine yer veriliyor. Yaşadıkları, arkadaşlıkları, birbirlerine olan destekleri, sorunları birlikte aşma güçleri, başlarına gelenler, yaşadıkları acılar, başarılar, mutluluklar hepsi bir arada. 3 kızın hikayesini de ayrı ayrı okuyor ve ortak olarak neler yaşadıklarına 3 ayrı görüşten bakabiliyorsunuz. Bu tarz kitapları seviyorum. Bence empati kurdurmayı amaçlayan, ve belki de bunu insanlara nasıl yapacaklarını öğreten, yaşanan şeylerin tek yönlü olmadığını, herkes tarafından farklı algılanabileceğini anlatan kitaplar bunlar. Bu yönleriyle de oldukça faydalılar.

Tatil sezonu ufaktan bitiyor hatta bitmiş olabilir ama tatile çıktığınız zaman, bu kitabı yanınıza alın bence. Aşksa aşk, başarıysa başarı, güçse güç, üzüntüyse üzüntü, arkadaşlıksa arkadaşlık… Bunların hepsi de sizinle tatile gelsin. Umarım herkes güzel bir tatil geçirmiştir… :))

On İkiye Bir Var!



Ya lise hazırlık ya da lise 1’deyken Türkçe dersi için zorla okutturulan, beni Türkçe’den iyice soğutan öğretmenin seçtiği kitap. Oldum olası zaten öyle edebiyata, Türkçe’ye, sözel derslere ilgim yok. Sadece kitap okumayı seviyorum o kadar. Ama her türlü kitaptan da zevk alamıyorum. Okuduğum kitap roman olacak. Öyle öykü kitapları, kişisel gelişim kitapları, biyografiler ya da şiir kitapları pek benim beğeni alanım içerisinde değiller. Bu kitabı okuduktan sonra, kesin olarak da buna karar kıldım.

Tatile gitmeden önce, kitap yarım bırakmamak ve yanımda yarısı okunmuş kitap taşımamak için ince bir kitap okuyayım diyerekten elime alıp okuduğum kitap. Aslında tatile gitmeden önce bitirdim, ancak yazmak için anca vaktim oldu. Kitap içerisinde birkaç tane öykü anlatılıyor. Bana sorarsanız, öyküler öyle çok da iç açıcı değiller. Felsefe yapılan olayları sevmediğim için bana iç açıcı gelmemiş olabilir tabiî ki. Ayrıca, kitap içerisinde o kadar çok anlamını bilmediğim kelime kullanılmış ki, bazı yerlerde hiçbir şey anlamadım. Bir an bildiğim Türkçe’den bile şüphe duydum. O yüzden yine sevmedim, yine sevemedim…

Kitabın arkasında bir de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullarda okutulması önerilir gibi bir yazı yok mu, Allah’ım öleceğim. Daral geliyor bana bu önerilerden. Bana sorarsanız eğitim sisteminde değişmesi gereken o kadar çok şey var ki, ayrıca bu tarz kitapları okutarak da çocukları kitap okumaktan uzaklaştırıyorlar. Çocuğa ver bakalım bir roman, şöyle en akıcı, en ilgi çekici, en güzelinden.  Okuma alışkanlığı başlasın çocukta. Yok ama olmaz, burası Türkiye, okutun kıl kıl kitapları, soğutun çocukları. Cahil geldik, cahil gidelim… 

Sefiller

3 Ağustos 2012 Cuma

Bu da oldukça uzun zamandır elimde olan bir kitap. Hatta öyle ki orta okuldayken dönem ödevimdi. Özetini falan çıkarmıştım. Ama aradan geçen yıllar sonucunda kitabı da unuttum tabiki. Kitaptan aklımda kalan tek şey 2 gümüş şamdan olmuş. Onu da okurken farkettim. Sanırım 10-15 yıl daha bu gümüş şamdanları unutmam. :))

Kitapta, Jean Valjean adında bir adamın "ekmek çaldığı" için on dokuz yıl hapiste kaldıktan sonra, dışarı çıktığında topluma düşman olması ve daha sonra başından geçen olaylar neticesinde iyi ve erdemli bir insana dönüşmesi anlatılıyor. Bana çok çok fazla abartı geldi bazı şeyler. Adam ekmek çalmış diye ömrü boyunca, bunu duyan herkes adamı rencide etti, yuhladı, ondan uzaklaştı. Peah neymiş be! Şimdi ülkemize bakıyorum da, tecavüzcüler bile normal insanlar gibi yaşıyor, hatta hapis bile yatmıyorlar. Dolayısıyla günümüzle karşılaştırdığım zaman bana çok saçma geldi, konusu ve anlatımı.

Anlatım içinde o kadar çok yabancı kelime geçiyordu ki, kim kimdir karıştırdığım yerler oldu. Sonuna kadar, sırf bitirmek için okudum. Açıkçası ben hiç bir gerçeklik bulamadım kitapta. Hikaye de fevkalede saçma gelince, zor bitti kitap. Önermiyorum ben.

Kırmızı Bisiklet

2 Ağustos 2012 Perşembe
 Kitap o kadar uzun zamandır elimde ama şimdiye kadar hiç okumamıştım. Sanırım yazarından kaynaklı: Can Dündar. Ne hikmetse pek sevemiyorum Can Dündar'ı, bir türlü yıldızım uyuşmadı. :)

Kitabı elime aldığımda her zaman yaptığım ilk şeyi yaptım ve kitabın arka kapağını okudum. Okudum ama resmen içim bayıldı! Aha dedim felsefik sözlerle dolu, uzun uzun cümleler, betimlemeler, açıklamalar... Anlamak için bir milyon yıl kafa patlatmak, her söze ayrı bir anlam yüklemek gerekecek. E zaten Can Dündar'ı da sevmiyorum, aha kitabı okumak bana eziyet olacak diye diye bir ön yargı ile başladım. İlk bir kaç sayfası cidden bana felsefik geldi, öf pöf oldum. Ama sonraları hiç de felsefe yapılmadı, hatta çok güzel bir anlatımla devam etti. Kimi hikayede gözlerim doldu, kimi hikayede yeni bir şeyler öğrendim, kimi hikayede şaşırdım. Kısacası ne umdum ne buldum. Kötü zannederken, aksine çok beğendim.

Kitapta kısaca ne anlatılıyor diye bahsetmek gerekirse, direkt Can Dündar'ın bir cümlesini kullanmak isterim: "Bu kitapta babasından aldıklarını oğluna devretmeye çalışan bir oğlun yazılarını bulacaksınız." Bu bağlamda bence bütün baba olacak adaylar, babalar, dedeler okumalı bu kitabı. Erkekleri geçtim, herkes okumalı bence. Bilinçlenmek, ilerlemek, susmamak adına... Herkes okumalı!

Henüz On Yedi Yaşında!

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Öncelikle kitabın arka kapağında yazan konusundan başlayalım:

"Henüz On Yedi Yaşında, Ahmed Mithat Efendi'nin Doğalcılığa yöneldiği romanıdır; kahramanı Kalyopi'nin başından geçenleri anlatırken dönemindeki Beyoğlu'nun fuhuş dünyasını da, gerçekçi ve doğalcı bir anlatımla gözler önüne serer; bir kızın fuhuşa sürüklenmesinin nedenlerini araştırır ve nasıl kurtulacağı konusunda, ahlakçı bir gözle öneriler getirir. Peki, Kalyopi düştüğü fuhuş batağından nasıl kurtulacaktır?"

Türk Klasiklerinden bir parça...

Bu kitap çok uzun zamandır elimde. Lisedeyken elime geçmişti diye hatırlıyorum. Daha önce okumuştum ama aradan o kadar uzun zaman geçmiş ki, tamamen unutmuşum. Şimdi 2.ye okudum:

En başta söylemem gereken şey, kitap içinde çok fazla felsefe yapılıyor. 2 sayfa süren felsefik konuşmalar mevcut. Hele bir de eski zaman tarzı konuşmalar olunca, içime fenalık bastı bazı yerlerde. Ben felsefe sevmiyorum, onu anladım. Onun dışında kitapta sürekli yenilenen bir cümlecik var ki, her okuduğumda kopma noktasına getirdi beni: "Vah Zavallı Kızcağız! Henüz On Yedi Yaşında!". Bunu ne zaman okusam, beni aldı bir gülme. Belki kimi okurun içine işlemiş, içini acıtmış, zavallı kızın başına neler gelmiş, tüh vah dedirten bir kitaptır ama açıkcasını söylemek gerekirse benim tarzım değil. İçimin acımasını bırakın, anlatılan hikayeye güldüm geçtim resmen.

Felsefe seven, fuhuş batağının iğrençliğini, pisliğini merak eden, eski Türk tarzını sevenler, dramdan hoşlananlar için okunabilecek bir kitap.

Şeytani İntikam

27 Temmuz 2012 Cuma
Adına baktığınız zaman, of intikamdan ölücekler, millet birbirini geberticek, artık nasıl bir intikam olucaksa uvvv diye düşündüren ama benim kanaatime göre hiç de öyle olmayan kitap.

Öncelikle, konusu en başta bana biraz saçma geldi: Bir gece güçlü bir adam, (güçlü derken, kirli para haklayan, striptiz kulüpleri olan baba bir patrondan bahsediyorum.) yalnız başına bankaya giderken, kar maskeli bir herif tarafından soyulur ve bankaya yatırmak üzere olduğu 23 bin dolarını çaldırır. Soyulan adam, hırsızın yüzünü görmemiştir. Hırsızı bulmak için, adamlarına çevrede çok fazla para harcayan biri var mı diye araştırma yapın der ve onlarda 2 kadının söylemesi üzerine Joe Carver ismine ulaşırlar. Joe Carver, aslında hırsız değildir. Şehre yeni gelmiş ve zevki için, iş fırsatları için para harcayan bir adamdır. Güçlü adamımız, yanlış adam olsa dahi, hırsızlığa uğrama utancından kurtulup, adını temizleyip, bakın bana yapılanı yanlarına bırakmıyorum imajı verebilmek uğruna, adamlarını Joe Carver'ın peşine takar. Joe Carver bir süre adamlardan kaçar ve bu sırada da adamların gerçek hırsızı bulmasını umar. Ama maalesef, gerçek hırsız bu süre içinde bulunamaz ve adamlarda Joe'nun peşini bırakmaz. Bunun sonucunda da olaylar başlar...

Açıkçası okurken bir çok yerinde sıkıldım. Ya benim tarzım değildi ondan sıkıldım, ya da dediğim gibi kurgusu biraz saçma geldi ondan sıkıldım. Bilemiyorum.

New York Times, kitap için "Suç romanlarında bir doruk noktası" demiş ama ben hiç mi hiç katılmıyorum. Yine de, suç ve hafiften aksiyon sevenlerin okuyabileceği bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Karanlık

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Sisters of the Moon serisinin 3.kitabı. (Bkz. 2.kitabı "Değişim" ve 1.kitabı "Cadı" )

Kitap yaklaşık 400 sayfaydı ve bana mısın demeden 1 günde bitirdim. İnsan, boş vakti olduğunda deli gibi kitap okuyabiliyor. :)

Serinin önceki kitaplarında, konuları bir cadı ve bir kedi-kadının ağzından dinlemiştik. Bu kitap ise bir vampir tarafından anlatılıyor. Anladığım kadarıyla, Yasmine Galenorn hiç çizgisinden kaymıyor ve nasıl başladıysa, serinin diğer kitaplarında da aynı başarısını koruyor. Serinin şu ana kadarki her kitabında, tüm karakterler ve olaylar, anlatım esnasında tekrar ediliyor, hatırlatılıyor. Böylece kitapları okuma aranızda zaman geçse bile, bu kimdi, ne olmuştu diye düşünmüyor, olaya çok kolay adapte olup, kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz.

Booklist'in kitabın üzerinde yapmış olduğu "En iyi vampir kitabı" yorumuna tam anlamıyla katılmadığımı da belirtmek isterim. Tamam, Anne Rice vampirlerine göre çok çok güzeldi: Buradaki vampirler, Anne Rice vampirleri gibi antik, tarihsel yaratıklar değil, gayet Starbucks falan bilen, modayı takip eden vampirlerdi. Bu yönüyle de bence daha çok okur toplamıştır diye düşünüyorum. Tamam, iyi bir vampir kitabıydı. Hiç sıkmadı, bütün gün oturup okuyabildim ve bitirdim. Ama en iyi mi derseniz, orada bir durup düşünmem lazım. Bunun dışında diğer ilk 2 kitapta ne saydıysam, sanırım bu kitap için de yineleyebilirim.

P.S: Şimdiye kadar 2 ruh mührü bulunmuştu ama bunda bulunan mühür olmadı. O zaman seri 9 kitaptan fazla mı olacak? Merak ediyorum. :)

Tek Başına

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Gün geçmiyor ki bir kitap daha bitmesin. :) Bu yaz okuma konusunda oldukça formumdayım. :)

Gelelim kitaba. En başta New York Times BestSeller. BestSeller oldu mu da, insanda aha bu iyi bir kitap demek ki yargısı oluşuyor daha kitaba başlamadan. Genelde de iyi çıkıyorlar zaten. Kitabın kapağına baktığım zaman, o kadar da çekici gelmedi bana, çok güzelmiş, süpermiş gibi hissettirmedi. Bence satışlarda da bu kitap kapağı tasarımları oldukça etkili oluyordur. Neyse...

Kitap için öncelikli olarak söyleyebileceğim şey, güzel bir polisiye romanıydı. Ben normalde fantastik ve bilim-kurgunun dışına çıkmam ama denemek için okıyım dedim ve şimdi de iyiki okumuşum diyorum. Sürükleyiciydi, merak uyandırıcıydı, beğendim.

Ufaktan konusundan bahsedersem de, adamın teki karısını ve çocuğunu rehin alır. Adam silahlıdır. E bu durumda da tabiki polis ekipleri devreye girer. Keskin nişancılardan biri adamı tehdit oluşturduğu gerekçesi ile öldürür. Gelin görün ki öldürülen adamın babası da bir yargıç çıkar. Adamın karısı psikolojik olarak çöküntüdedir. ( adam daha ölmeden önce ) Çünkü 12 yaşında iken bir adam tarafından kaçırılmış, 27 gün boyunca toprak altında gömülü şekilde kalmış ve tecavüze uğramıştır. Bu durumda sorular baş gösterir: rehin alan adam, karısının yüzünden mi öldürüldü, keskin nişancı adamı daha önceden tanıyor muydu, nişancının, adamın karısı ile bir ilişiği var mıydı ? Kitap boyunca bu sorulara cevap bulunacak, intikamlar alınacak.

Özellikle polisiye severler başta olmak üzere, herkese tavsiye ederim.

Seçilmiş - Ölülerle Konuşan

20 Temmuz 2012 Cuma

Amacımı gerçekleştirdim ve serinin 4.kitabını da dün akşam bitirdim. Öncelikli olarak 2 gözlemim var:

1.Gözlem: Kitabın kapağındaki çocuğu Gossip Girl'deki Nathan'a çok benzettim ama o mu bilmiyorum.

2.Gözlem: Kitap serisi ufaktan sıkmaya başladı. Neden sıkmaya başladı derseniz, 4 kitaptır hep kötü insanlar var ve bu kötü insanlar sürekli olarak bu çocukların yeteneklerini kullanmak için hareketteler. Ve ve ve bana oldukça saçma gelen kısım, bu kötü insanların amaçları, bu çocukları kullanıp piyango numaralarını falan öğrenmek! Kitap serisi de hep bu kurgu da gittiği için sıkıldım biraz. Yani insan biraz daha karmaşık bir şeyler bekliyor. Kitapta konu oldukça tahmin edilebilir. Yani bir sonraki adımın ne olacağını, "her zaman iyiler kazanır, mutlu son" mantığından yola çıkarak kitabın sonunda ne olabileceğini tahmin edebiliyorsunuz.

Serinin 5.kitabı henüz çıkmamış ve ne zaman çıkacağı da belli değilmiş diye duydum, ama doğruluğundan ben de pek emin değilim. Çıktığı zaman 5.kitabı alıp okumak isterim yine de. Bir seriye başladığım zaman, serinin yarım kalmasından pek hoşlanmıyorum.

Seçilmiş - Geleceği Gören

19 Temmuz 2012 Perşembe

Biten bitene.. Kitap dayanmıyor bana. Dün akşam başladım, bitirdim gene. Kitap okumaktan alamıyorum kendimi bu aralar :)

Seçilmiş serisinin 3.kitabı. (Önceki kitaplar için bkz."Burası" ve "Burası")

Kitabın konusundan gene bahsetmiyorm. Adından da anlaşılıyor. :) İçeriğine gelince de, serinin diğer 2 kitabına göre daha çok meraklandıran, daha çok sürükleyici olan bir kitaptı bu. Bunda "aa ne olacak ki ya şimdi?" diye düşündüğüm anlar oldukça fazlaydı. Kitabın sonu da aslında merakta bırakacak şekilde bitti. Sonradan bir şeyler gelecek, ortaya bir şeyler çıkacak ama neler olacak diye düşünmeye başlıyorsunuz.

Bakalım amacım bu akşam da 4.kitabı başlayıp, bitirmek :))

Seçilmiş - Beyin Okuyan

18 Temmuz 2012 Çarşamba

En başta böyle kitap ismi mi olur la!? Çeviren ne biçim çevirmiş diye düşündüren kitap. Bari "akıl okuyan" falan deseydiler de daha bir mantıklı, daha bir hoş olsaydı. Neyse...

Dün akşam okumaya başlayıp, aralıksız okuyarak yaklaşık 2.5/3 saatte bitirdiğim kitap. Seçilmiş serisinin 2.kitabı. (İlk kitabı "Beden Hırsızı" için bkz. "Burası" ) Aslında bu kitap için de birinci kitaptan farklı olarak diyebileceğim pek bir şey yok.

Konu olarak pek anlatılcak bir şey yok aslında. Yani kitabın adına bakan, kitapta insanların akıllarını okuyan birinin hikayesinin anlatıldığını çok rahat anlar. Onun için de detaya hiç girmiyorum.

Çerez bir kitap. Fantastik, insanı kesinlikle sıkmayan, aynı ilk kitabın tadında yazılmış, zaman geçirmek için okunabilecek güzel bir kitap. Bana sorarsanız, kitabın hatta bu serinin hedef kitlesi orta okul gençliğine kadar iner. Cümlelerin anlaması kolay, bölümler arası geçişler çok sade ve çok rahat. Kitabın içinde +18 denebilecek hiç bir şey yok! Bilmiyorum neden ama ben okurken zevk aldım, zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Beğendim aslında, yani beni yormadan ve çok fazla kafamı vermemi gerektirmeyen bir kitap olduğu için de seriye devam etmek istiyorum. Bunun dışında artık kesin olarak da anlıyor ve biliyorum ki kitap okumak bağımlılık yapıyor! 7/24 okuyasım var vesselam.

Klon

17 Temmuz 2012 Salı

Öncelikle gene kitabın arka kapağında yazan yazı ile başlamak istiyorum:

"Klonlama uzmanı Doktor Davis Moore'un on yedi yaşındaki kızı tecavüze uğrayıp acımasızca öldürülür. Olay hakkında soruşturma açılır; ancak bir sonuca varılmaz. Aylar sonra Moore kızının eşyalarını polisten geri alır ve bunların arasında kazayla tutulmuş, içinde katilin DNA'sı bulunan küçük bir şişeye rastlar. İşte o an Moore'un beynine korkunç bir düşünce saplanır: Belki kızını değil ama onu öldüren adamı klonlama olanağına sahiptir. Peki kızının katilinin gözlerinin içine bakmaya ne kadar dayanabilecektir?"

Arka kapaktaki bu yazıyı daha önceden okumasaydım, kitabı anlamakta şimdiye göre bayaa bir zorluk çekicek ve belki de kitabın ortalarına doğru da net olarak kavrayamamış olacaktım.

Kitabın başında konuya giriş yaparken biraz zorlandım. Geçici olduğunu düşünmüştüm ama bölümler arası geçişler de bana göre biraz sorunluydu. Bir bölümden diğerine geçtiğinde, e ne oldu şimdi, aradan kaç yıl geçmiş, şu an okuduğum bölüm kime göre anlatılıyor diye düşünmekten adapte olma sorunu yaşadım. Zamanla alıştım tabi bu duruma ama yine de tam olarak iyi diyemiyorum bölüm bağlantılarına.

Bir başka diyeceğim, New York Post'un kitap için yapmış olduğu "Bilimsel kibir, intikam ve tüm biçimleriyle aşırıcılık hakkında ders verir nitelikte bir hikaye." yorumuna %100 katıldığım olur. İntikam insanın gözünü ne kadar köreltebilir, kibir sizi ne hallere sokabilir, her şeyin çoğu zarardır lafı ne kadar doğru olabilir gibi sorulara kitap içinde oldukça yer verilmiş.

Kitabın en başında katilin kim olduğunu tahmin ettim ve bütün kitap boyunca da zaten öyle gitti. O yüzden de kitap boyunca pek fazla şaşırdığım bir şey olmadı. Ha sonunda çarpıcı bişey bekledim, hani oha falan dedirticek bişiler olucak diye bekledim. Evet, kitabın sonunda bir şey oldu ama öyle aaa hadi yaa, yuh, vay anasını falan diyebileceğim nitelikte olmadı.

Yazarın anlatımı bana biraz zoraki gibi geldi. Bazı yerlerde konu dışında o kadar çok detay verilmiş ki, sanki yazar kitabı uzatmak için bu kadar çok şey yazmış gibi hissettim. Ha okunmayacak kadar kötü bir kitap değil ama okuduğum en iyi kitaplardan da biri değildi. Tamam kabul çerez bir kitap değil, çok ağır bir kitap da değil ama ne biliyim ben aradığımı bulamadım.

Ben de tatile gitmek istiyorum!



La olm ben de tatile gitmek istiyorum! 40 derece oldu İstanbul, ölüyorum, buharlaşıyorum, sıcaktan oturduğum yere yapışıyorum kalkamıyorum, tansiyon falan kalmadı ben de, iştah falan gitti, gece uyuyamıyorum hem sıcaktan, hem sivrisinekten. Kanımı kuruttu pezevenkler.

Tüm arkadaşlarım birer birer tatile gider oldu. Facebookta, twitterda milletin denizdeki resimlerini görüp ağlıyorum.(oha, abarttım) Onlar serin sularda yüzerken, bizim burada pişmemiz hiç adil değil. Bu sıcaklar da bi yerlere de gidilmiyor ki. AVM lere gideyim, oralar serince diyorum ama gitmesi eziyet. Otobüse bindiğin an sucuk gibi ıslanıyosun, sonra otobüsteki herkes ile kokmaya, kokuşmaya başlıyosun. Çekilir dert değil be. Babama hadi klima alalım diye baskı yapıyoruz, yok borcumuz var, yok o var yok bu var deyip geçiştiriyor. Evde tüm camlar açık, iki gıdım esmiyor. Günde 3 defa duş alıyorum, bana mısın demiyor. Duştan çıktığım an gene yapış yapış, gene ıslak ıslak. Yıkanmaktan yoruldum yeminle.

Sıcakta hastalıkta hiç çekilmiyor arkadaş. Soğuk su içmekten boğazlarım şişmeye başladı. Bu sıcakta, normal su da içilmiyor ki. Bildiğin abdest suyu gibi. İnsan serinlemek istiyor, insan ferahlamak istiyor.

Kitap bile okunmuyor ki arkadaş. Kitap sayfaları elimdeki terden çevrilmez oluyor. (Rezilliğin son noktası) Sıcaktan gözlerim görmez, kafam algılamaz oluyor. Bundan önceki yıllar da bu kadar sıcak mıydı bilmiyorum ama ben o yıllarda hep klimalı ortamlarda staj yaptığımdan hiç bu sıcağı anlamamışım. Ben de tatile gitmek, serin sularda yüzmek istiyorum!

Adam Bakırköylü Beyler!

12 Temmuz 2012 Perşembe


Bakırköy… 21 yıllık hayatımın başladığı ve şu ana kadar geçtiği yer. ( Arada bir Zeytinburnu bağlantısı var ama onu şimdilik karıştırmasak da olur.)

Bakırköy’de yaşıyorsanız, genelde nerede yaşadığınızı pek şaşırmazsınız. Yani hani “Bakırköy’lü” bu derler ya ( Hani ruh hastalıkları bakımından) aslında bir yönden haklılar.

Kendi yaşadığım mahallede bunu hemen hemen her gün yaşıyorum ben. Bu durum en başta komşularımızdan başlıyor. Alt kattaki komşumuz N. Teyze (isim vermiyim hadi ayıp olmasın) apartmanın gözdesi bence. Bir kere evini su bastırdı, yetmedi ikinciye bastırdı, ama bu sefer borularını nasıl tıkadıysa bizim evi de su bastırdı. O yetmedi, evini yaktı. He ya, bildiğiniz evini yaktı. Apartmanın içi göz gözü görmeyecek şekilde dumanla kaplandı, itfaiye geldi, söndürdü falan. Sonradan öğrendik ki eski televizyonu kaçak yapmış, bu da söndüreyim derken daha çok alevlendirmiş. Korkuyoruz valla bir gün evi başımıza yıkacak diye. N. teyzenin evle ilgili sorun çıkarmasından sonra en büyük özelliği kulaklarının ağır işitiyor olması. Geceleri en büyük hobisi, genelde tam benim yatma saatime denk getiriyor bunu, son ses “Gülşen- Off off kömür gibi yanıyorum, off off ayıp mıdır seviyorum “ dinlemesi, ardından da Gökhan Özen’e sarması. Bu kadarla bitti sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. N. Teyzenin ayrıca sesli esnemeleri, kapı çarpışları da meşhurdur. ( Sanırım kulağı ağır işittiği için bu böyle.) Öyle bir sesli esner, öyle bir sesli hapşırır ki sanırsınız aynı evdesiniz, hemen yan odanızda oturuyor. Ama oysaki sizden ayrı bir dairede tamamen farklı bir hayat sürüyor. Neyse, seviyoruz seni N.Teyze.

Bakırköy’ün %80 ‘i falan yaşlı kesimden oluşuyor diye bir söylenti var. Ancak çocuk yok sanmayın, bizim mahallede bir avuç çocuk var mesela, hepsi de anadan doğma psikopat. Bütün amaçları gün boyu koşturup, köpekleri kızdırmak.  Hayvanlar öyle bir galeyana geliyor ki havlamaları sabaha kadar durmuyor. Hatta geçen gün, bir tanesi yerde yatıyordu. Tam yanından geçerken “ Canım benimmmm” diye seveyim dedim. Hayvan hemen ayağa kalktı, öyle bir hırlamaya başladı ki bir laf daha söylesem ağzıma sıçacaktı yeminle.

Tabi çocuklar dışında hayvan sever bir kesim de mevcut mahallemizde. Mesela karşı apartmanda kedi besleyen bir teyzemiz var. Kadın dışarı çıkmaya görsün, tüm kediler peşinde. Bilindiği üzere kuş besleyen de var.  Ama ne hikmetse, bizim mahallemizde hayvan besleyen herkes mahkemelik oluyor. Ya kediler oraya buraya sıçıyor, kokuyor diye dava açılıyor, ya aman çiçeklerimin düzenini bozdu gerizekalı kuşlar diye dava açılıyor. İllaki açılıyor ama kurtuluş yok.

Eskiden bizim burada adliye vardı. Şimdi Osmaniye’ye taşındı, aslında tüm eğlencemiz de gitmiş oldu. Adliyemiz genelde boşanma davalarına bakardı ve illaki her dava çıkışında, tam bizim evin önünde kavga çıkardı. Ne yalan söliyim, kavga izlemeye meraklı bir toplumuz. Kavga çıksın diye dört gözle beklerdik resmen. Adliye gittikten sonra da kavgalar olmuyor değil. Geçen günlerde yaşlı bir adama 5 kişi daldılar mesela, adamın ağzını burnunu kırdılar. (İçim parçalandı, ama ne yapayım, bu halimde gidip 5 adama kafa tutmaya kalksam… bibipppp)

Genelde burada içki içenlerde popüler. Eskiden, ben liseye falan gidiyordum sanırım o zamanlar, bir amca vardı (Rıfat’tı sanırım adı, tam hatırlayamıyorum.) sürekli sevgilisinin mi eşinin mi ne adını böğürür dururdu bizim burada. Kadın içtiği için adamı eve almazdı. Adam da eve alınmadığı için içki içerdi, evet gerçekten ironik. Son zamanlarda ise, yeni yeni bağrışlara tanık oluyoruz. Mesela bu akşam, içenlerden biri “Tin tin tin Selahattinnnn” diye bağırıyordu. Amacı neydi, kimse bilmiyor. Kimse de sormuyor zaten, herkes olayı farkında: “Adam Bakırköylü!”

Aklından Bir Sayı Tut


Öncelikle kitabın arka kapağındaki yazı ile başlamak istiyorum:

"Mark Mellery, posta kutusuna bırakılmış imzasız bir mektup alır. Mektupta şöyle yazmaktadır: "Aklından herhangi bir sayı tut - 1 ila 1000 arasında herhangi bir sayı." Mellery öylesine 658 sayısını tutar. Not şöyle devam etmektedir: "Sırlarını nasıl bildiğimi göreceksin. Küçük zarfı aç."

"Aldıklarını geri vereceksin
 Vermiş olduklarını aldığın zaman.
 Biliyorum ne düşündüğünü,
 Ne zaman uyuduğunu,
 Nereye gittiğini,
 Nereye gideceğini.
 Seninle bir randevumuz var,
 Bay 658."

Kitabı alıp, aa bu güzel bişeye benziyomuş dedirten ve beni öncelikli olarak okumaya teşvik eden, işte bu arka kapak yazısıydı. 

Bir çok kişi, kitabın girişinden sıkılmış ve kitabı okumayı bırakıp, daha sonra tekrardan başlamış. Kimisi de diyor ki, eğer ilk 80 sayfayı falan atlatabilirseniz, gerisi güzel geliyor. Bana sorarsanız ise, bence güzel bir girişi var. Ben sıkılmadan başladım, sıkılmadan bitirdim.

Konusu ilginç ama en başta sonunun saçma bir şekilde ya da çarpıcı olmayan fos bir biçimde olacağını düşündüm. Genelde böylesine çarpıcı ve meraklandırıcı konusu olan kitaplar, nedense sonunda adam gibi bir sonuç veremiyor. Girişi beğenmiştim, ancak kitabın ortalarına geldikçe iyice beğendim, ben bile gerildim olaydan. Bulmaca gibi, gizemlere birer birer anlam yüklendikçe kitabı daha çok sevdim. Yazarın "ilk kitabı" olmasına rağmen aldığı övgüleri hak ettiğine inanıyorum. Keza, gerçekten güzel bir iş çıkarmış, başarmış. Konu, kurgu ve anlatım insanda sürekli okuma isteği yaratıyor. Çerez bir kitap değil, gerçekten düşünülerek yazılmış, zekice bir konusu var. Kitabı okurken, gözümde canlanan sahnelerle sanki CSI:NY izliyormuş gibi oldum. (Ki en çok sevdiğim ve izlediğim dizilerden biridir.) CSI:NY fanlarının okurken keyif alacağını düşünüyorum.

Bu arka kapağı okuyan hemen hemen herkesin düşündüğü "658'i nasıl biliyor, sırrı ne ki?" sorusuna açıkcası dürüst olmak gerekirse, fantastik bir açıklama bekliyordum. (Hayal gücüm çok mu geniş anlamadım. :)) Ancak fantastik olmayan, gerçekçi bir açıklama getiriliyor ve vay anasını, hiç aklıma gelmemişti dedirtiyor. (Hayal gücüm yeteri kadar geniş değil sanırım :))

Son zamanlarda sıcaktan, gezmekten, genel muhasebe çalışmaktan, Yüksek Lisans kaydıyla uğraşmaktan, kitabı okumam biraz süre aldı. Ancak zamanım olsaydı, 2 günde falan bitirebilirdim. Kısacası, tavsiye ediyorum. Alın okuyun.

AÖF / Genel Muhasebe Ünite 12

9 Temmuz 2012 Pazartesi


P.S. : << >> arasına yazılanlar, tamamen benim aklımda kalsın diye türettiğim şeylerdir. O kısımları okumasanız da olur. 


Ünite 12-BORÇLAR
<<Borçlar ödendiğinde hep borca yazılıyor?>>
Borç: Açık ya da kapalı olarak ifade olunan bir anlaşmaya dayanarak, bir başkasına olan kanuni ödeme yükümlülüğüdür.


Satıcılar Hesabı: İşletmenin faaliyet konusuyla ilgili mal ve hizmet alımlarından kaynaklanan senetsiz borçların takip edildiği pasif karakterli bir hesaptır. Kredili (veresiye) olarak alınan mal ya da yararlanılan hizmet nedeniyle hesap alacaklandınlır., herhangi bir şekilde ödenmesi durumundaysa borçlandırılır.<<Ezber>>


Borç Senetleri Hesabı: Ticari faaliyetlere bağlı olarak verilen bono ve kabul edilen poliçeler sonucu meydana gelen senetli borçların izlendiği hesaptır.İşletmenin aldığı mal ve hizmet karşılığında senet vermesi durumunda hesap nominal değeri (senedin üzerinde yazılı tutar) üzerinden alacaklandınlır, senedin ödenmesi durumdaysa yine nominal değeriyle borçlandınlır.<<Senet verildi, hesap alacaklandı. Senedin karşılığı alındı, hesap borçlandı.>>


Alınan Depozito ve Teminatlar: Alınan depozito ve teminatlar hesabın alacağına, geri ödendiğinde ya da hesaba sayıldığındaysa bu hesabın borcuna kaydedilir.<<Ezber>>


Ortaklara Borçlar: Borcun doğması halinde hesap alacaklandınlırken, ödendiğinde hesap borçlandınlır.<<Ezber-Önceki konularla karşılaştırma yap.>>


Personele Borçlar: Tahakkuk eden personele borçlar bu hesabın alacağına, ödendiğindeyse borcuna kaydedilir.<<Ezber - Ödendiğinde hep borca yazılıyor.>>


Ücret: Bir üretim faaliyetine bedensel ve düşünsel çaba harcayarak katkıda bulunan kişiye emeğinin karşılığı olarak verilen bedeldir.


Kök Ücret: İşverenin, çalışanlarına yapmak zorunda oldukları hizmetler karşılığında ödediği bedeldir. İşçilerin çalışmadıkları hafta tatili ve resmi tatil ücretleri de kök ücret içinde yer alır.


Fazla Mesai Ücreti: Günlük çalışma süresinin dışında fazladan yapılan çalışmalar karşılığında ödenen ücrettir.


Prim: İşçinin verimini artırmak ve verimli çalışmaya özendirmek amacıyla normal çalışma karşılığı ücretten ayrı olarak yapılan ödemeler yada sağlanan menfaatlerdir.


İkramiye: İşverenler tarafindan, bir buluş karşılığı ya da işinde gösterdiği beceri ve başarı karşılığında işçiye ödenen bir ücret eklentisidir.


Kasa Tazminatı (Mali Sorumluluk Tazminatı): Kendi kusuru olmaksızın zarara uğrayan ya da uğradığı varsayılan kişiye bu zararını karşılamak amacıyla yapılan ödemelerdir.

Yıllık İzin Ücreti: Personele yılın belli bir zamanında dinlenmesi için çalışma karşılığı olmaksızın ödenen
ücrettir.

Diğer Ücret Eklentileri: Yemek yardımı, ulaşım yardımı, aile yardımı, yakacak yardımı, konut yardımı, sosyal sigortalar işveren pirimi, kıdem tazminatı gibi ödemelerdir.


Diğer Çeşitli Borçlar Hesabı: Ticari olmayıp diğer hesaplar kapsamına girmeyen çeşitli borçlar bu hesapta izlenir. Borcun doğması halinde alacak, ödenmesi halindeyse borç kaydedilir.<<Yine borç ödendiğinde hesap borçlandı.>>


Alınan Sipariş Avanstan: İşletmenin satış amacıyla gelecekte yapacağı mal ve hizmet teslimleri ile ilgili olarak peşin tahsil ettiği tutarlar bu hesapta izlenir. Alıcılardan alınan avanslar bu hesabın alacağına; malın
teslim edilmesi veya hizmetin görülmesi halindeyse borcuna kaydedilir.<<ezber - hizmet görüldü ( borç ödendi gibi, ona benziyor) hesap borçlandı.>>

Avans: İleride bir mal ya da yaptırılacak hizmet veya bunlara ilişkin olarak yapılacak giderlere sayılmak üzere önceden verilen ya da alınan para veya benzeri değerdir.


Ödenecek Vergi ve Fonlar: İşletmenin ekonomik faaliyetlerinde bulunmasının sonucu ilgili mali mevzuat uyarınca mükellef veya sorumlu sıfatıyla işletmenin kendisine, personeline, 3. Kişilere ilişkin olarak ödenmesi gereken vergi, resim, harç ve fonların izlendiği hesaptır.Vergi, resim ve harçların tahakkuk ettirilmesini gerektiren olaylar ve işlemler ortaya çıktıkça hesap alacaklandınlır, ödenmesi halindeyse borçlanır.<<Yine ödendi, ödenince borçlandı.>>


Ödenecek Sosyal Güvenlik Kesintileri: İşletmenin, personelin tahakkuk etmiş ücretlerinden sosyal güvenlik mevzuatı hükümlerine göre kesintiye tabi tutmakla yükümlü bulunduğu, personele ait emeklilik keseneği ve sigorta primleriyle bunlara ilişkin işveren katılma payları ve işverence sosyal güvenlik kuruluşlarına ödenecek diğer yükümlülüklerin izlendiği hesaptır. Kesintiler yapıldıkça bu hesap alacaklandınlır, ödemeler yapıldığındaysa borçlandırılır.<<Yine ödendi, hesap borçlandı.>>

Özel Tasarım Kot Çanta :)))

Mübarek mühendislik sitesi değil, her bir halt var bizim blogta. Bu niye eksik olsun ki dedim ve hemen mühendis zekamı(!) çalıştırarak bu işe de giriştim: Bir satış yapmadığımız vardı dedim, ona da hemen el attım.

Konunun adından da anlaşılacağı üzere, el yapımı özel tasarım (Eşi bulunmayan ürünler için böyle diyorlar sanırım) kot çanta satışta.

Hemen özelliklerine değinelim:
*Tektir, eşi bulunmamaktadır.
*Daha önce kullanılmamıştır.
*Boyutu: 35 x 52 
*Zemini açık mavi kottur, üzerinde ekoseli kumaştan fiyonk bulunmaktadır. İç astarı üzerindeki fiyonk kumaşındandır.
*Fermuarlı iç cebi mevcuttur.
*Normal askıya sahiptir. Uzun askı asmak için aparatları bulunmaktadır. İstenilen bir uzun askı ile kullanılabilir.


İlk etapta sayılabilecek özellikler bunlar. Kim bilir belki birinin ilgisini çeker de almayı düşünür, hiiçççç belli olmaz. :))

"Buradan" gitti gidiyordaki satış kısmına da bakabilirsiniz. :))

Hemencecik 2-3 de görseli koyup, çantayı iyice tanıtalım: 




AÖF / Genel Muhasebe Ünite 11



P.S. : << >> arasına yazılanlar, tamamen benim aklımda kalsın diye türettiğim şeylerdir. O kısımları okumasanız da olur.


Ünite 11- MALİ BORÇLAR
Mali borçları, işletmelerin ticari borçlarından ve diğer borç türlerinden ayıran özellikleri; bu hesap grubunda yer alan borçların ya kredi kurumlarından sağlanan borçlar olması ya da sermaye piyasası araçları ile sağlanmasıdır.



Banka Kredileri: Bankalar çeşitli kaynaklardan sağladıkları paraları, gereksinimi olan kişi veya kuruluşlara belirli bir faiz karşılığında kredi şeklinde verirler. Alınan krediler pasif karakterli 300 Banka Kredileri hesabının alacağına kaydedilir, alınan kredi ödendiğindeyse hesap borçlandırılır.<< Bankadan kredi çıktı, banka alacaklandı. Bankaya kredi ödendi, banka borçlandı.>>


Nakit Krediler: Bankaların müşterilerine ödünç para vermek suretiyle kullandıkları kredilerdir:

• iskonto
• iştira
• avans kredisi
• borçlu cari hesap

Borçlu Cari Hesap: Bankalar kredi talebinde bulunan müşterilerine belirli bir rakamla sınırlı bir cari hesap açarak bu hesaptan kredi sınırları içinde borç para çekmelerine ve yatırmalarına olanak sağlarlar.Bankanın kredi olanağı sağladığı işletmeler adına açtığı bu hesaplarda işletmelerin çektikleri veya yatırdıkları tutarlar kayda alınır. Bir işletme aldığı borçtan fazlasını bankaya yatırmayacağından, bu hesap açık kaldığı sürece bankaya borçlu olacaktır. Bu nedenle bu tür ilişki üzerine açılmış hesaplara borçlu cari hesaplar denir. Borçlu cari hesap kredilerinde bir yılda 4 faiz tahakkuk dönemi vardır. Bu dönemlerin sonları 31 Mart, 30 Haziran, 30 Eylül, 31 Aralık'tır.Borçlu cari hesap kredileri için bankaya ödenen faiz 780 Finansman Giderleri Hesabını borçlandınr, banka bu faizi işletmelerin aldıkları kredi borçlarına eklediği için 300 Banka Kredileri Hesabı alacaklanacaktır. 

Borçlu Cari Hesap Türleri :
1. Açık krediler
2. Kefalet karşılığı krediler
3. Maddi teminat karşılığı krediler

Açık Krediler: Borç alanın imzasından başka bir teminata dayanmayan kredi türüdür. Bu kredilerin limitikarşılığı olan kredilere göre nispeten daha düşüktür. Bir kisi yada kuruluşa açık kredi açılabilmesi için:
1. Mali durumunun ve fâaliyet sonuçlarının iyi olması
2. Uzun bir ticari geçmişe sahip olması
3. Ticari ahlakının iyi olması
4. Faaliyet konusunun güvenli olması
5. İşlerinde deneyimli olması
6. O banka şubesinde yeterli ticari mevduatı olması ve komisyonlu işler getirmesi gibi koşullar aranır.


Maddi Teminat Karşılığı Krediler: Açık kredilerin bankalar açısından geri ödenmeme riski büyüktür. Bu nedenle bankalar kendilerine bir güvence sağlamak için kredi talep eden işletmelerden ya sağlam bir kefil ya da maddi teminat isterler.
Maddi teminat olarak kabul edilebilen varlıklar :
• değerli madenler,
• menkul kıymetler,
• ticari mallar,
• akreditif
• kambiyo senetleridir.

Maddi teminat karşılığı açılan borçlu cari hesaplarda banka, teminat olarak aldığı varlığın değerinin tamamı kadar kredi ödemesinde bulunmaz. Marj denilen, yüzde ile ifade edilen bir kısım kadar noksan ödeme yaparak kendisini güvenceye alır.


Nakit Olmayan Krediler - Teminat Mektubu: Bankalar müşterilerine nakit kredilerden başka, müşterisi adına kendi saygınlığını ortaya koyarak, onun taahhüdünü yerine getireceği konusunda 3.kişi veya kuruluşlara güvence verir, işte verilen bu güvencelere nakit olmayan krediler denir. Bu kredi grubu içinde yer alan en önemli kalem, teminat mektuplarıdır. Bankaların yurt içinde ve yurt dışında bulunan gerçek ve tüzel kişiler lehine bir malın teslimi; bir işin yapılması ya da bir borcun ödenmesi gibi konularda muhatap kuruluşlara hitaben verdikleri ve söz konusu yüklenimin yerine getirilmemesi durumunda mektup bedelinin koşulsuz ödenmesi yükümlülüğünü içeren garanti belgelerine teminat mektubu denir. Bu işlemde nakdi kredi söz konusu olmadığından banka faiz alamaz, sadece komisyon alır.Bu işlem ana hesaplarda bir değişme yaratmadığından kayıt zorunluluğu yoktur. Ancak istenirse, bu ilişkinin bilançonun aktifinde ve pasifinde değişme yaratmayan Nazım Hesaplarda izlenmesi mümkündür.Kaydı mutlaka gerekli olan, bankaya verilen komisyondur. Bu komisyon tutarı 780 Finansman Giderleri hesabının borcunda gösterilir.<<Ezber>>


Çıkarılmış Tahviller: Anonim şirketlerin, iktisadi devlet teşekküllerinin ve kamu kurumlarının uzun vadeli fon ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla çıkarılan borç senetlerine tahvil denir.Tahvil çıkararak borçlanma halinde uzun vadeli bir yabancı kaynak hesabı olan 405 Çıkarılmış Tahviller Hesabı, Tahvillerin nominal bedelleri ile alacaklandırılır. Çıkarılmış tahvillerin dönemsonlarında işlemiş faizleri muhasebeleştirilir. Hesaplanan faiz 780 Finansman Giderleri Hesabına borç, 381 Gider Tahakkukları Hesabına alacak kaydedilir.<<Ezber>>