İşaret

26 Ağustos 2012 Pazar

Tatilden o kadar istemeye istemeye döndüm ki, İstanbul'a gelince sudan çıkmış balık gibi oldum. Sanki buraya ait değilmişim gibi hissettim. Bu ev, bu semt, bu oda bana ait değilmiş gibi geldi. Kalbimin yarısını Kuşadası'nda bıraktım da geldim resmen. İşte bu anda , bu sıcakta , bu sevmediğim şehirde kafamı dağıtmak için hemen bir kitaba başladım ve yaklaşık olarak da bir buçuk gün içerisinde bitti. Şansıma kitap gerçekten sarıcı, sürükleyici çıktı da biraz kafam dağıldı.

İşaret, gece evi serisinin ilk kitabı. Yanlış bilmiyorsam, sonradan yeni kitap çıktı mı emin değilim, 9 kitaplık bir serinin ilk kitabı. Ve yine favori konularımdan (!) biri olan vampirler hakkında bir kitap! Bildiğiniz tüm vampir kitaplarının aksine bir kitap hem de! Bildiğimiz nedir? Bir vampir, masum bir insanın kanını içer. Sonra ona kanını içtirir, sonra da ölürse alın size yeni bir vampir oluşur. İşte bu kitap da bu klasikliği aşıyoruz. Burada vampir olacak adaylar işaretleniyor ve 4 yıllık bir "gece evi" okuluna gitmek zorunda kalıyorlar. Burada da bildiğiniz "Introduction to Wampire World 101" gibi dersler alıyorlar. Bu yönden bence daha çekici hale gelmiş. Yani bildiğimiz kalıpların dışında, değişik bir şey okumak gerçekten güzel.

Kitabın arka kapağının ilk cümlesi "Yeni bir hayat, yeni bir aşk..." Vampir ve aşk kelimeleri yan yana gelince, nedense bende ilk olarak Alacakaranlık serisi çağrışıyor ama ondan çok çok farklı bir kitap. Tamam kitabın içinde aşk da var ama ona çok fazla yer verilmemiş. Bir alacakaranlıktaki Bella Edwırd aşkı kadar bişi yok bunda.Farklı konuları da içeriyor. Ancak bir uyarı yapmak gerek, içerisinde +18'e kaçabilecek yerler var, o yüzden okuyucu kitlesi azıcık buna da dikkat etsin.

Kısaca toparlamak gerekirse, çok çabuk bitirmemden de anlaşılacağı üzere, kitabı beğendim. Kitabın sonunda serinin 2.kitabı İhanet hakkında da bişiler anlatılmış. Bu da serinin gidişatı için bir fikir verebilir sizlere. Ben en yakın zamanda 2.kitabı alıp seriye devam etmeyi planlıyorum. :))

Cennete Bir Bilet



Kitabın adına ve kapağına baktığım an içimi ısıtan bir kitaptı ve bunu almam gerek diye düşündüm! Yine Bakırköy’deki köprü üstünden aldığım kitaplardan biri.

Kitabın adına baktığım zaman ilk olarak nedense, aklıma melekler, fantastik ama aşk dolu hikayeler geldi. Zamanında bir film izlemiştim. Melek olan bir kadın vardı, dünyaya iniyordu vs vs. Siyah beyaz bir filmdi ve sanırım CNBC-E de izliyordum. Ara ara sürekli veriyordu ben küçükken. Ama adını dahi hatırlamıyorum şu an. Her neyse, kitabın adını okuduğum zaman ilk olarak o film canlandı işte gözümde. Yalnız ne umdum, ne buldum durumu yaşadım. Kitapta melekler yok, kitapta fantastik bir şey de yok. Ha aşk kısmında doğru bilmişim. :)) Ayrıca, yazın tatildeyken de aşk kitapları okumak güzel oluyormuş, normalde pek sevmem ama yazın insan aşka mı geliyor, ne oluyor eehhehe :))

Kitapta kocasını çok seven ve ona sadık olup, onun da kendisine sadık olduğuna inanan bir kadının, kocasını başka bir kadınla basması üzerine kırık kalbiyle başka bir yere taşınıp, başka bir aşka yelken açışını ve bunda da yine korkarak, sevgisinin nankörlüğe uğrayacağı hissiyle savaştığı hikayesine ortak oluyoruz. Bazen böyle kitapları okuduğum zaman kadının tek düşmanı yine başka kadındır diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Bunu birbirimize yapmayalım hanımlar, bir erkek için değmez yahu!
Yazın tatile çıkacak olanlar ve bu tarz kitap sevenler mutlaka bu kitabı bavullarına atsınlar. Belki bunu söylemek için şimdilik geç kaldım ama seneye bu kitabı es geçmeyin. :))

Metropol Kızları



Tam bir tatil kitabıymış, çok sevdim. Öyle çok kafanızı vermeniz gerekmeden, sizi çok fazla düşüncelere sokmadan, size iyi vakit geçirticek, içinizi ısıtacak, bazı yerlerde güleceğiniz, bazı yerlerde şükür edeceğiniz, bazı yerlerde hayatı sorgulayacağınız ve bazı yerlerde de bir şeyler öğreneceğiniz bir kitap.

Kitapta 3 kız arkadaşın hayat hikayelerine yer veriliyor. Yaşadıkları, arkadaşlıkları, birbirlerine olan destekleri, sorunları birlikte aşma güçleri, başlarına gelenler, yaşadıkları acılar, başarılar, mutluluklar hepsi bir arada. 3 kızın hikayesini de ayrı ayrı okuyor ve ortak olarak neler yaşadıklarına 3 ayrı görüşten bakabiliyorsunuz. Bu tarz kitapları seviyorum. Bence empati kurdurmayı amaçlayan, ve belki de bunu insanlara nasıl yapacaklarını öğreten, yaşanan şeylerin tek yönlü olmadığını, herkes tarafından farklı algılanabileceğini anlatan kitaplar bunlar. Bu yönleriyle de oldukça faydalılar.

Tatil sezonu ufaktan bitiyor hatta bitmiş olabilir ama tatile çıktığınız zaman, bu kitabı yanınıza alın bence. Aşksa aşk, başarıysa başarı, güçse güç, üzüntüyse üzüntü, arkadaşlıksa arkadaşlık… Bunların hepsi de sizinle tatile gelsin. Umarım herkes güzel bir tatil geçirmiştir… :))

On İkiye Bir Var!



Ya lise hazırlık ya da lise 1’deyken Türkçe dersi için zorla okutturulan, beni Türkçe’den iyice soğutan öğretmenin seçtiği kitap. Oldum olası zaten öyle edebiyata, Türkçe’ye, sözel derslere ilgim yok. Sadece kitap okumayı seviyorum o kadar. Ama her türlü kitaptan da zevk alamıyorum. Okuduğum kitap roman olacak. Öyle öykü kitapları, kişisel gelişim kitapları, biyografiler ya da şiir kitapları pek benim beğeni alanım içerisinde değiller. Bu kitabı okuduktan sonra, kesin olarak da buna karar kıldım.

Tatile gitmeden önce, kitap yarım bırakmamak ve yanımda yarısı okunmuş kitap taşımamak için ince bir kitap okuyayım diyerekten elime alıp okuduğum kitap. Aslında tatile gitmeden önce bitirdim, ancak yazmak için anca vaktim oldu. Kitap içerisinde birkaç tane öykü anlatılıyor. Bana sorarsanız, öyküler öyle çok da iç açıcı değiller. Felsefe yapılan olayları sevmediğim için bana iç açıcı gelmemiş olabilir tabiî ki. Ayrıca, kitap içerisinde o kadar çok anlamını bilmediğim kelime kullanılmış ki, bazı yerlerde hiçbir şey anlamadım. Bir an bildiğim Türkçe’den bile şüphe duydum. O yüzden yine sevmedim, yine sevemedim…

Kitabın arkasında bir de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullarda okutulması önerilir gibi bir yazı yok mu, Allah’ım öleceğim. Daral geliyor bana bu önerilerden. Bana sorarsanız eğitim sisteminde değişmesi gereken o kadar çok şey var ki, ayrıca bu tarz kitapları okutarak da çocukları kitap okumaktan uzaklaştırıyorlar. Çocuğa ver bakalım bir roman, şöyle en akıcı, en ilgi çekici, en güzelinden.  Okuma alışkanlığı başlasın çocukta. Yok ama olmaz, burası Türkiye, okutun kıl kıl kitapları, soğutun çocukları. Cahil geldik, cahil gidelim… 

Sefiller

3 Ağustos 2012 Cuma

Bu da oldukça uzun zamandır elimde olan bir kitap. Hatta öyle ki orta okuldayken dönem ödevimdi. Özetini falan çıkarmıştım. Ama aradan geçen yıllar sonucunda kitabı da unuttum tabiki. Kitaptan aklımda kalan tek şey 2 gümüş şamdan olmuş. Onu da okurken farkettim. Sanırım 10-15 yıl daha bu gümüş şamdanları unutmam. :))

Kitapta, Jean Valjean adında bir adamın "ekmek çaldığı" için on dokuz yıl hapiste kaldıktan sonra, dışarı çıktığında topluma düşman olması ve daha sonra başından geçen olaylar neticesinde iyi ve erdemli bir insana dönüşmesi anlatılıyor. Bana çok çok fazla abartı geldi bazı şeyler. Adam ekmek çalmış diye ömrü boyunca, bunu duyan herkes adamı rencide etti, yuhladı, ondan uzaklaştı. Peah neymiş be! Şimdi ülkemize bakıyorum da, tecavüzcüler bile normal insanlar gibi yaşıyor, hatta hapis bile yatmıyorlar. Dolayısıyla günümüzle karşılaştırdığım zaman bana çok saçma geldi, konusu ve anlatımı.

Anlatım içinde o kadar çok yabancı kelime geçiyordu ki, kim kimdir karıştırdığım yerler oldu. Sonuna kadar, sırf bitirmek için okudum. Açıkçası ben hiç bir gerçeklik bulamadım kitapta. Hikaye de fevkalede saçma gelince, zor bitti kitap. Önermiyorum ben.

Kırmızı Bisiklet

2 Ağustos 2012 Perşembe
 Kitap o kadar uzun zamandır elimde ama şimdiye kadar hiç okumamıştım. Sanırım yazarından kaynaklı: Can Dündar. Ne hikmetse pek sevemiyorum Can Dündar'ı, bir türlü yıldızım uyuşmadı. :)

Kitabı elime aldığımda her zaman yaptığım ilk şeyi yaptım ve kitabın arka kapağını okudum. Okudum ama resmen içim bayıldı! Aha dedim felsefik sözlerle dolu, uzun uzun cümleler, betimlemeler, açıklamalar... Anlamak için bir milyon yıl kafa patlatmak, her söze ayrı bir anlam yüklemek gerekecek. E zaten Can Dündar'ı da sevmiyorum, aha kitabı okumak bana eziyet olacak diye diye bir ön yargı ile başladım. İlk bir kaç sayfası cidden bana felsefik geldi, öf pöf oldum. Ama sonraları hiç de felsefe yapılmadı, hatta çok güzel bir anlatımla devam etti. Kimi hikayede gözlerim doldu, kimi hikayede yeni bir şeyler öğrendim, kimi hikayede şaşırdım. Kısacası ne umdum ne buldum. Kötü zannederken, aksine çok beğendim.

Kitapta kısaca ne anlatılıyor diye bahsetmek gerekirse, direkt Can Dündar'ın bir cümlesini kullanmak isterim: "Bu kitapta babasından aldıklarını oğluna devretmeye çalışan bir oğlun yazılarını bulacaksınız." Bu bağlamda bence bütün baba olacak adaylar, babalar, dedeler okumalı bu kitabı. Erkekleri geçtim, herkes okumalı bence. Bilinçlenmek, ilerlemek, susmamak adına... Herkes okumalı!

Henüz On Yedi Yaşında!

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Öncelikle kitabın arka kapağında yazan konusundan başlayalım:

"Henüz On Yedi Yaşında, Ahmed Mithat Efendi'nin Doğalcılığa yöneldiği romanıdır; kahramanı Kalyopi'nin başından geçenleri anlatırken dönemindeki Beyoğlu'nun fuhuş dünyasını da, gerçekçi ve doğalcı bir anlatımla gözler önüne serer; bir kızın fuhuşa sürüklenmesinin nedenlerini araştırır ve nasıl kurtulacağı konusunda, ahlakçı bir gözle öneriler getirir. Peki, Kalyopi düştüğü fuhuş batağından nasıl kurtulacaktır?"

Türk Klasiklerinden bir parça...

Bu kitap çok uzun zamandır elimde. Lisedeyken elime geçmişti diye hatırlıyorum. Daha önce okumuştum ama aradan o kadar uzun zaman geçmiş ki, tamamen unutmuşum. Şimdi 2.ye okudum:

En başta söylemem gereken şey, kitap içinde çok fazla felsefe yapılıyor. 2 sayfa süren felsefik konuşmalar mevcut. Hele bir de eski zaman tarzı konuşmalar olunca, içime fenalık bastı bazı yerlerde. Ben felsefe sevmiyorum, onu anladım. Onun dışında kitapta sürekli yenilenen bir cümlecik var ki, her okuduğumda kopma noktasına getirdi beni: "Vah Zavallı Kızcağız! Henüz On Yedi Yaşında!". Bunu ne zaman okusam, beni aldı bir gülme. Belki kimi okurun içine işlemiş, içini acıtmış, zavallı kızın başına neler gelmiş, tüh vah dedirten bir kitaptır ama açıkcasını söylemek gerekirse benim tarzım değil. İçimin acımasını bırakın, anlatılan hikayeye güldüm geçtim resmen.

Felsefe seven, fuhuş batağının iğrençliğini, pisliğini merak eden, eski Türk tarzını sevenler, dramdan hoşlananlar için okunabilecek bir kitap.