Defterlerim Nasıl Ama?

30 Mart 2013 Cumartesi
Bir kaç gün önce Evdebir.com sitesinin birbirinden çekici 3 kızının Yok Biz Gibisi isimli facebook sayfasında (Sayfaya gitmek için: TIK TIK ) bir yarışmaya katılmıştım. İlk doğru cevap veren kazanacaktı, eh ben de Çiztanbul fanı olaraktan az çok bir şey biliyordum, sonuç olarak da ilk doğru cevabı vermek bana nasip oldu, ohh süper oldu. :) Bu cevabım karşılığında da bana 2 adet Çiztanbul defterlerinden hediye ettiler!
Nasıllar ama? Ben çok beğendim, bir de üstüne annemle kavgaya tutuştum, çünkü o da hemen defterlerime göz koydu, neymiş yemek tariflerini yazacakmış. Ben defterlerimi vermeye pek niyetli değilim, o yüzden de sanırım ona yenisini alacağız. Defterlerin en çok sevdiğim özelliği karton kapaklı olması, tak tak diye vurduğunuzda ses çıkarması. Evet böyle de garip şeylerden hoşlanıyorum. :) Ayrıca sayfaların da düz olması ( yani çizgili ya da kareli değil) benim için büyük bir artı. Henüz ne için kullanırım karar veremedim, normal derslerimde kullanıp not almakta harcamak istemiyorum. :) Daha yakından incelemek için resmin üstüne tıklayabilirsiniz. 

Pekii bu Çiztanbul ve Evdebir.com nedir, necidir, yahu bunlar ne iş yapar, böyle defter mi üretir derseniz, hemen kısaca onları da anlatayım diyorum. :)

Çiztanbul için hemen kendi sitelerinde de bulunan tanımı belirtmek istiyorum:
"ÇİZTANBUL, Studio Rodeo çekirdek kadrosunun da bulunduğu kadim, kaotik ve karizmatik şehr-i İstanbul’u merkeze alan uzun soluklu bir çizgi roman projesinin ilk ayağı. " - Çiztanbul hakkında daha detaylı bilgi almak için: TIK TIK

Mesela, nasıl bişiler bu çizgi romanlar derseniz, bendeki örneklerden bazıları şu şekilde. Eh insanın ailesi çizgi romanlarla büyüyünce, ailecek merakınız oluyor ve devam ediyor. :) Yaa bizim de merakımız var, biz de seviyoruz ama nasıl nereden satın alabiliriz diyenler için TIK TIK
Tamam, gelen hediyenin nereden geldiğini öğrendik, iyi hoş ama bunun Evdebir.com ve Yok Biz Gibisi ile bağlantısı nedir ki? diyorsanız, cevabım da aynen şu şekilde olur:

Yok Biz Gibisi:
"Gün, Su ve Andy!
İstanbul’un altını üstüne getiren, hamarat mı hamarat, zevkli mi zevkli üç kadın! Bu üç kadının yollarını çakıştıran, onları sadece özel hayatlarında değil, iş dünyasında da “ortak” deneyimlere sürükleyen bir girişimleri var." - Tahmin edeceğiniz gibi bu girişimm : Evdebir.com!

Eh tamam, Yok Biz Gibisi ve Evdebir.com bağlantısı çözdük, peki hediye neden Çiztanbul defteriydi, yani Çiztanbul ile bağlantısı nedir? (Ne oluyor yahu demeyin sakın :)) Bağlantısı da şu tabiki : "Çiztanbul'u yaratan Studio Rodeo, Evdebir.com'un sempatik yüzüne de hayat veriyor: Yok Biz Gibisi!

Nereden nereye , vay be diyor insan değil mi  bu bağlantıya? Takdir etmemek elde değil gibi . :)
Şimdi gelelim Evdebir.com ne satıyor diye bakmaya. Ben beğendiğim ürünlerden bazılarının resimlerini ekledim, ev ürünlerinden takıya kadar bir çok çeşit bulmanız mevcut sitede. Özellikle dolaşması çok zevkli. Aynı zamanda üye olmak da sadece bir tuşla mümkün: "Facebook ile Bağlan" özelliğinin olması harika bir şey bence. Bazı sitelerde bu özellik hala bulunmuyor ve ben bir bilgisayarcı olarak hayretle bakıyorum bu duruma. 

Seçtiğim ürünlerden bazıları şu şekilde:




Farketmişsinizdir öyle her yerde gördüğümüz sıradan ürünlerden değil hiçbiri. Bu nedenle farklı ürünlerden hoşlananlar ve tasarımlara önem verenler bu siteye mutlaka uğramalılar!

Son olarak bağlantıları hatırlatalım:
Çiztanbul : TIK TIK
Çiztanbul Facebook Sayfası: TIK TIK
Yok Biz Gibisi: TIK TIK
Yok Biz Gibisi Facebook Sayfası: TIK TIK
Evdebir : TIK TIK
Evdebir Facebook Sayfası: TIK TIK

Sevgiyle kalın.



Cehennem Taşı

27 Mart 2013 Çarşamba

Kitap okumaya vakit ayıramadığım bir dönemdi bu sıra da. O yüzden bir süredir elimde bu kitap benim. Ama vaktim olsaydı eminim ki bir günde bile bitirebilirdim. Seviyorum bu tarz kitapları ben. :)

Bildiğimiz klişe vampir kitapları gibi mi derseniz, bazı yerleri öyle, bazı yerleri değil ama bir uyarı yapmak isterim ki +18 kısımları mevcut. Ona göre tercih edilmeli.

Arka kapağında konu şu şekilde aktarılmış bizlere:

" Geceden korkmamızın bir nedeni var...
Savannah'ın en alışılmadık dövme sanatçısı, Riley Poe için yeraltı dünyası bir hayli tanıdık. Çünkü her gün o uçurumun tam kenarında yaşıyor ve çalışıyor. Şimdi ise neredeyse aşağı atlamak üzere.

Riley, erkek kardeşi yüzlerce yıllık günahkar bir vampir tarikatı tarafından ele geçirildiğinde gölgeler ve kandan bir dünya ile orada var olanları keşfeder.

İşbirlikçisi ise Eli Dupre adında yakışıklı bir vampirdir. Eli Riley'nin güzelliğinden de en az onun eşsiz kanı kadar etkilenmiştir. Daha da kötüsü Riley'nin kanını çekici bulan sadece Eli değil, başkaları da var.

Riley, erkek kardeşini mutlak ölümsüzlükten kurtarmak için hayal bile edemeyeceği tehlikelerle, kana susamış acımasız düşmanlarla, sonu gelmeyen ve karşısına çıkan herşeyi silip süpüren şeytani bir açlıkla yüzleşmek zorunda."

Vampir dedik mi zaten Savannah bölge olarak olmazsa olmazlardan! :) Vampir-insan aşkı da öyle! Sanırım bu kitapların bize çekici gelen kısımları da burası zaten. Okurken insan başka dünyalara, eşsiz güzelliklere kapı açabiliyor.

Kitabın sonu sanki devamı gelecekmiş gibi bitti. Ben de hemen bir araştırayım dedim ve tahmin ettiğim gibi aslında seriymiş: "Kara Mürekkep Günceleri" 2.kitabın adı da "Kana Susamış". Üstelik kitap 2013 Şubat ayında çıkmış! En kısa zamanda 2.kitabı da alıp kaldığım yerden devam etmek istiyorum.

Sevgiyle kalın.

Torium AVM Sinema Deneyimi


Geçen gün twitterda Torium AVM'nin gerçekleştirdiği yarışmadan sinema bileti kazandım ve geçen gün de bu şansımı kullanmaya oraya gittim. :)

Öncelikle ulaşımı oldukça kolay oldu. Biz arabayla gittik ama gayet önünden otobüste kalkıyor, yani çok rahat gidip gelebiliyorsunuz. Yeri çok düzgün, güzel ve ulaşılabilir durumda. Bu konuda gerçekten de büyük bir artı alıyor. İçerdiği dükkanlar açısından da tam benlikti. Çünkü genelde hep gezmekten hoşlandığım dükkanları içeriyordu. Bunlardan bazıları Koton, Mango, Bershka, H&M, Derimod, Ayakkabı Dünyası, LCW ve sayamadığım diğerleri. :) Sinemaya girmeden önce bunları gezdik, gördük bir güzel eğlendik.

Ayrıca Torium AVM diğer AVMlerde olmayan bir yapı da barındırıyor: Snowpark! Yazın bile kar oynayabilirsiniz yani! Bence harika düşünülmüş bir fikir ve o gün de oynayanları izlemek bile gerçekten keyif vericiydi. Belimden yana sıkıntım olmasa ben de girip deneyecektim ama gözüm korktu yine belimden kaynaklı sorun olur diye. Denemeyen varsa mutlaka bunu yaşamalı, denemeli!
Sinemaya gelirsek, gişeye gittim adımı söyledim, hemen hoşgeldiniz hangi filme girmek istiyorsunuz diye cevap aldım. Bu gerçekten hoşuma gitti. Hiçbir sorun yaşamadım, bu hakkımı istediğim film ve istediğim seans için kullandım. Sinema salonu gerçekten oldukça geniş ve temizdi. Havalandırması gayet yerinde, ışıklandırması ile on numaraydı bence. (Salon 7 :)) Ayrıca dipnot eklemek isterim ki bilet fiyatlarının da 6 TL olduğunu duyunca gerçekten şaşırdım ve bu fiyata bu kalite vay be dedim. :)

Sinema seçimimize gelirsek Mahmut ile Meryem' e gidelim dedik. Keşke film için de Torium AVM için söylebildiklerimi dile getirebilseydim. :) Benim tarzım çıkmadı pek. Fantastik simgelerle ve olaylarla doluyodu biraz. Aşk ve dram diye biliyordum konusunu, keşke fantastik olduğunu da önceden bilip ona göre seçseymişiz filmi. Neyse artık olan oldu, en azından Torium AVM yi daha yakından inceleme fırsatı bulmuş oldum diye seviniyorum. AVM çıkışı olmazsa olmazı Migros alışverişi ile noktayı koyduk gezmemize ama eşim bundan ne derece memnun oldu bilemiyorum. Onca poşeti 5 kat merdiven yukarı taşırken pek mutlu gözükmüyordu çünkü. :)

Sevgiyle kalın.

Günün Ojesi: Leydi 71 Bakır Kahve

22 Mart 2013 Cuma
Diğer bloglarda görüpte özendiğim ve hep yazmak istediğim bir post olsun bu da. :) Diğer bloglarda gördüğüm oje postlarını genellikle okumaktan büyük zevk alıyorum. Çünkü hem ojeler hakkında fikrim oluyor, hem de o rengarenk tırnakları görmek çok hoş! Bundan yola çıkarak ben de kullandığım ojeleri tanıtmak ya da hakkında bilgi vermek istedim. :) Öncelikle söylemem gereken şey ben öyle çok süslü tırnaklar yapmayı becerebilen ya da bu konuda engin bilgilere sahip biri değilim. Bildiğiniz günlük-sıradan oje süren ve ojesiz durmayı sevmeyen biriyim. :) Hal öyle olunca da belki benden çok renkli postlar ve görüntüler çıkmayacak ama belki bilgilendirme amaçlı okunabilir postlar olacak. :)

En son sürdüğüm oje: Leydi 71 Bakır Kahve! Bakır rengini ben uydurdum, çünkü bana onu hatırlatıyor ojenin rengi. Sedefli bir oje. Mat ojelerden daha çok tercih ediyorum böyle olanları. Elimde daha hoş duruyor bence. :) Resim olarak hem flaşlı hem flaşsız çekim yaptım ki gerçek rengi gözüksün. :) Dolayısıyla sol altta bulunan resim tam olarak rengini ifade ediyor bence. :) Resmin üzerine tıklayarak daha yakından bakabilirsiniz.
Ben genelde ojeleri tek kat kullanmayı sevdiğim için bunu da o şekilde kullandım ve bence tırnakta çok hoş duruyor. :)

Oje markalarını az çok biliyorum ama bu konuda da derin bir bilgim yok. Bu ojeyi nereden aldığıma gelirsek, Bakırköy Cumartesi Pazarından 0.75 TL gibi bir fiyata aldım ve bu fiyata göre oldukça iyi bir oje çıktı. İyi derken kastettiğim şey, hem fırçasının güzel ve rahat kullanılabilir oluşu ( ojeyi dağıtmadan sürebiliyorsunuz ) hem de ojenin kıvamı. Ne çok sulu ne çok katılaşmış. Tam kıvamında, sürülebilir durumda. Bu oje genelde benim günlük kurtarıcı ojelerimden biri. :)

Bu arada numara olarak 71 dedim ama olayı da tam çözemedim aslında. :) Çünkü üzerindeki etikette 71 yazıyor ama şişesinin altında 31 yazıyor. Hangi numara gerçek no'su tam olarak bilemiyorum.

Bu ojeyi nerelerde bulabileceğinizi görmek için de : TIK TIK
Sevgiyle kalın.

Bioderma Sensibio H2O

21 Mart 2013 Perşembe
Bugün bahsedeceğim ve yine hemen hemen her gün kullandığım ürün Bioderma Sensibio H2O göz ve yüz temizleyici.

Malum biz bayanlar makyaj yapmayı oldukça seviyoruz, ben de hemen hemen her gün mutlaka makyaj yapıyorum. :) Günlük makyajımı çok abartmasam bile, eyeliner,pudra,allık vs. kullanmadan dışarı çıkmıyorum genelde.

Makyaj yapmak iyi hoş ama bir de daha sonra onu temizleme meselesi var malum. Bu ürünle tanışmadan önce, makyaj temizleme mendilleri kullanıyordum. Hani bildiğiniz böyle ıslak mendil gibi olanlardan. :) Ama ne hikmetse onlar bir türlü içime sinmiyordu, yeterli temizliği de sağladıklarını düşünmüyordum açıkçası. Daha sonra bu ürün elime geçti ve gerçekten "temizlik" kavramı ile buluşmuş oldum ben de.

Öncelikle ürünün kullanımı oldukça basit. Fıs-fıs mekanizması var diyeceğim ama tam olarak bu özelliğini anlatabilmiş olacak mıyım bilemiyorum. :) Kapağını açtığınızda böyle mekanizma çıkıyor karşınıza, hemen üstüne pamuk koyup biraz bastırdığınızda ise hemen pamuk ıslanıyor. Dolayısıyla kullanımı çok basit ve ürünü hiç ziyan etmeden kullanma şansı veriyor size.

Dediğim gibi günlük makyajda çok fazla abartıya kaçmıyorum ben. Genelde far falanda kullanmıyorum. Günlük kullandığım ürünler şöyle dersek: göz altı kapatıcı- pudra ya da fondöten, ruj, allık, eyeliner-dipliner. Ve bu ürünleri yüzümden temizlemek için pamuğa 3 fıs yapmam yetiyor da artıyor bile. :) Dolayısıyla oldukça uzun zaman kullanma şansınız oluyor ürünü.

Ürünün ayrıca çok hoşuma giden diğer bir özelliği, yüzünüzü bu ürünle temizledikten sonra, yüzünüz böyle yumuşacık oluyor. Ben bunu temizleme mendillerinde falan hiç yaşamadım. O yüzden ürünün bu özelliği benden çok büyük bir artı aldı. :)

Fiyat olarak ne durumda derseniz? 30 - 50 TL arasında bulma şansınız mevcut. Dolayısıyla uzun süre kullanımı ve gerçekten iyi etkisini de düşünürsek fiyatı oldukça iyi bence!

Benim kullandığım ürün 500 ml olanı, ancak 250 ve 100ml olanları da mevcut. İlk defa deneyecekseniz ya da kuşkularınız varsa bu ürünlerden de tercih edebilirsiniz. Tabi onların fiyatları daha düşük olacaktır. :)

Ben buraya detayları ile ilgili fazla bilgi vermek istemiyorum ama detaylı bilgi almak istiyorsanız, firmanın sitesine bakıp ürünü inceleyebilirsiniz. İncelemek için: TIK TIK

Sevgiyle kalın.


Dove Body Silk / Nemlendirici Yüz ve Vücut Kremi

19 Mart 2013 Salı
Dün bu tarz yazıların ilkini yazdım ve oldukça hoşuma gitti. Takip ettiğim bloglardaki bu tarz yazılar benim için gerçekten çok faydalı oluyor, o yüzden belki benim yazdıklarımdan da birileri faydalanır diyorum ve yazmaya devam ediyorum. Elimden geldiğince sık sık kullandığım ve memnun kaldığım ürünlerden bahsetmeyi planlıyorum.

Bugünkü ürünüm ise yine günlük olarak kullandığım Dove nemlendirici yüz ve vücut kremi.
Aslında annemin kullandığı bir üründü ama bir süredir el koydum ve geri vermiyorum. :)
Yazın güneşten, denizden, havuzdan, kışın da sanırım sıcak suyla yıkanmaktan özellikle bacaklarım çok kuruyor benim. İşte bu kremi de daha çok bacaklarımı nemlendirmek için kullanıyorum ve kullanmaya başladığımdan beri memnun kaldım.

Öyle çok fazla bir kokusu yok. Zaten bacaklarım kokacak da ne olacak ? :)
Dün bahsettiğim Watsons el kremine göre (bkz. burası ) daha yağlı bir yapısı var. Dolayısıyla ellerimde kullanmayı tercih etmiyorum. Bacaklarımda ise kuruluğu ancak alıyor bu yağlı yapısı. O yüzden vücudum için ideal ama ellerim için kullanmadığım bir ürün.

Yüz için de kullanılabiliyor adından da anlaşılacağı üzere ama ben yüzüm için de farklı bir krem tercih ediyorum. Ondan da bir ara bahsederim.

Benim kullandığım ürün 75ml ve tüp halinde olanı ama bildiğim kadarıyla 150ml ve 300ml olup da kutu halinde olanı ve 50ml halinde yine benim kullandığım gibi tüp halinde olanı da mevcut.

75ml olan ürünün fiyatı ortalama olarak 3 TL gibi.(İnternetteki sitelerden bir kaçına bakarak yazdım bu fiyatı- belki daha ucuza bile bulunabilir.) Ben annemden yürüttüğüm için kaç TL ye alındığını bilemiyorum. :)

Yalnız bir kaç yerde okuduğuma göre bu krem yüzünüzde kullandığınız takdir de şaşırtıcı şekilde kaşları arttırıyormuş. Açıkcası ben yüzümde kullanmadığım için pek bir fikrim yok bu konıuda, ayrıca zaten yeteri kadar kaşım var daha fazlasına da ihtiyaç duymuyorum. :)

Kısacası toparlarsak, bence fiyat açısından gayet uygun. Çünkü oldukça uzun süredir kullanıyorum ki annem de benden önce kullanmıştı, daha bitiremedim. Performans açısından bakarsak dediğim gibi yüz kısmını bilemem ama özellikle bacakları nemlendirmede gayet memnun kaldım. Belki biraz daha koku eklenebilirmiş ama dediğim gibi bacaklarım kokacak da ne olacak?

Son olarak tüpün arkasında yer alan ürün özelliklerini de aktarıp daha fazla uzatmak istemiyorum.:)

"Her cilt tipinin neme ihtiyacı vardır. Cildinizi nemlendirmek için en etkili ve kolay yol krem sürmektir. Fakat her krem çabucak emilmez ve cildinizde yağlı bir his bırakır. Oysa Dove farklıdır. Dove Body Silk, hızla ve kolay emilen Dove'un özel nemlendiricileri sayesinde çabucak emilir, cildinizde yağlı his bırakmadan nemlendirir ve ipeksi bir yumuşaklık kazandırır. Üstelik en hassas cilt tiplerinde bile güvenle uygulanabilir."

Sevgiyle kalın.

Watsons Hand Cream / Watsons El Kremi

18 Mart 2013 Pazartesi
Blogun genel yapısı mühendislik, kitaplar, kodlamalar, ders notlarından falan oluşsa da, takip ettiğim bloglarda okuduğum bu tarz postlar çok hoşuma gidiyor ve gerçekten bilgi verici oluyor. Ayrıca bence okuması da çok zevkli. :) O yüzden uzun zamandır "yaa ben de kullandığım ürünleri yazsam, güzel olur bence" fikri bugün hayata geçiyor ve işte bu post ile hayat buluyor. :)

Bu tarz yazılara ilk olarak her gün kullandığım bu el kremi ile başlamak istedim. Bu krem elime bir yarışma sonucu geçti ve ilk defa o şekilde tanıştım. Sanırım artık vazgeçilmezim oldu. Daha önce kullandığım el kremleri ya güzel kokmuyor ya da çok yağlı bir his bırakıyordu tenimde, bütün gün ellerim vıcık vıcık geziyordum, sanırım emilimleri çabuk olmuyordu.

Bu kremin en çok sevdiğim özelliği kokusu! O kadar güzel kokuyor ki, ellerime sürdüğüm andan itibaren sürekli ellerimi koklamak istiyorum. Bu konuda da bende bağımlılık yaptı sanırım. :)

İkinci olarak hoşuma giden özelliği ise hemen emiliyor olması ve ellerimi yumuşacık yapması. Az bir miktar kullansam bile hemen ellerim böyle nasıl derler hani bebek poposu gibi oluyor ve hiç yağlı hissi vermiyor. Ellerimde ıslaklık bırakmıyor. Ben sevmiyorum öyle sürekli ıslak-nemli gibi hissettiğim durumları.

Özellikle kış aylarında kupkuru olan ellerim için çok isabetli bir ürün buldum. Benim isteklerimi karşıladı ve kokusu ile baştan çıkardı. :)

Fiyatı en son gördüğümde 6.99 TL idi. Ama indirimli zamanlarda 5.99 TL ye de bulunması mümkün anladığım kadarıyla. Dolayısıyla hem fiyat, hem etki, hem de koku açısından benden geçer not alır bir ürün bu. :)


Benim kullandığım "blackberry & black tea" içerikli olanı ama başka çeşitleri mevcut. Diğer çeşitleri:
Pomegranate & Ginger
Rose & Mixed Berries
Strawberry & Cinnamon


Ürün tüpü resimde de göreceğiniz gibi 80 ml. Arkasındaki açıklama olarak bulunan yazıyı da paylaşmak isterim. :)

Watsons H Bella El Kremi / Böğürtlen & Siyah Çay 80 ml: Watsons H Bella El Kremi, ellerinizi formda tutmak ve canlandırmak için Fransa kaynaklı bitkilerin ve meyvelerin doğal özlerini mükemmel bir şekilde bir araya getirmiştir. Böğürtlen ve Siyah Çay: Serbest radikallerin neden olduğu cilt hasarını engellemek için çeşitli antioksidanlar içermektedir. Ayrıca cildin erken yaşlanmasını geciktirmek ve UV ışınlarının neden olduğu hasara karşı cildi korumaya yardımcı olmak için güneşten koruyucu doğal maddeler içermektedir. Hiyaluronik Asit: Ellerinizin pürüzsüzlüğünü ve esnekliğini muhafaza ederken, cildinize yüksek oranda nem sağlar. Shea Yağı: Cildinize form verir ve yüksek oranda nem sağlar.

Kullanım olarak her gün ellerinize ve tırnaklarınıza uygulayın, iyice emilene kadar nazikçe masaj yapın deniyor ama zaten bunu bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. :)

Bu postu yazmak hoşuma gitti, sanırım bundan sonrada devam edeceğim böyle yazılara. :)
Sevgiyle kalın.

Alex

17 Mart 2013 Pazar

Alex... Yine Barsh ile aldığımız kitaplardan biri. Üzerinden biraz zaman geçti ama okumak için anca zaman ve keyif buldum diyebilirim. Okuduktan sonra ise keşke daha önce başlasaymışım diyorum. Ve bir "vayyyy beee" çekiyorum!

Cidden çok iyi kurguya sahip bir kitap. Gerilim türü deniyor; ben bildiğiniz CSI:NY falan izler gibi hissettim kendimi. Heleki bu tarz dizilere bu derece hayranlık duyarken, elime de böyle bir kitap geçmesi beni resmen sevince boğdu!

Arka kapağında olaylar şöyle anlatılmış:

" Sıradan bir kadın, bir gün sokak ortasında kaçırılır. Ne var ki yalnız kaçıranın değil, kurbanın kimliği de şüphelidir. Tek bilinen, içinde ne ayakta durabildiği ne de uzanabildiği bir kafeste, korkunç şartlar altında hapsedilerek sürekli işkence gördüğü ve isminin Alex olduğudur...

Davayı üstlenmek zorunda kalan Başkomiser Verhoeven, bir yandan geçmişiyle hesaplaşırken bir yandan da bu gizemli kadını celladının elinden kurtarmak için zamanla yarışmak zorunda kalır. Soruşturma ilerledikçe Alex'in karmaşık geçmişiyle yüz yüze gelecek, hiç beklemediği bir sürprizle karşılaşacak ve hayatının en zor kararını vermek zorunda kalacaktır...

Alex, kurban, cellat ve kurtarıcı üçlüsüne getirdiği psikolojik derinlikle, solukları kesen ritmiyle, tüyler ürperten gerçekçi anlatımıyla ve dehşet içinde bırakan sonuyla gerilim tutkunlarını baştan çıkaracak.

İddia ediyoruz, Alex sizi çok şaşırtacak..."

Şaşırttı mı derseniz? Yukarıda yazdığım "vayy bee" kitabın sonu içindi aslında. Yani kısacası evet şaşırdım. :) Kitap başından sonuna kadar merak uyandıracak şekilde ve acaba şimdi nolcakk dedirten bir şekilde yazılmış. Bölümlere ayrılması ve bölümlerin de 3-4 sayfa olması okunabilir olmasını kolaylaştırmış bence. Çok fazla karakter kullanılmamış, bu da karakterleri unutup, olaylardan kopacaksınız endişesi yaratmıyor.

Herkese tavsiye ediyorum.

Kitabı satın almak için:
İlknokta: TIK TIK
Kitap Yurdu: TIK TIK
Ya da bana ulaşabilirsiniz.

Sevgiyle kalın!

Java Ders 3: Hello World!

16 Mart 2013 Cumartesi
Bir önceki dersimizde Netbeans üzerinde yeni bir projeye nasıl başlanır diye adım adım anlatmıştık. (Bkz. Ders 2 ) Bu dersimizde ise yeni bir programlama dili öğrenmeye başlarken klasik haline gelmiş olan "Hello World" örneğini inceleyeceğiz. Kodları copy-paste yapmayın -kendiniz yazın ki aklınızda kalması ve öğrenmeniz açısından daha yararlı olsun- diye print-screen şeklinde koyuyorum. :)

C++ kodlama dilinde bilindiği üzere genel olarak çalıştırmak istediğimiz ana kodu “int main()” içinde yazarız. Fonksiyon çağrımlarını bu kısım içinde yaparız. Java programlama dilinde “int main()” fonksiyonun karşılığı “public static void main(String[] args)” fonksiyonudur. Yeni bir proje başlattığınız zaman bu fonksiyon otomatik olarak kendiliğinden gelmektedir. Bir daha yazmanıza gerek yoktur.
C++ ‘da temel olarak “Hello World” yazısını ekrana bastırmak için şu şekilde bir kod yazmamız gerekiyordu:
int main() {
cout<< “Hello World!”; }

 
Java programlama dilinde “cout” koduna karşılık olarak “System.out.print()”
kullanılmaktadır. Yukarıdaki kodun Java karşılığı:

public static void main(String[] args){
System.out.print(“Hello World!”); }


olacaktır. Her 2 kodun çıktısında da ekranda “Hello World!” yazısını görürüz.
Burada bilmemiz gereken ve bize çoğu zaman yardımı dokunan bir özellik var. Bu da “\n” ve “endl” terimlerine karşılık gelecek Java kodudur.
C++’ da :
cout<<”Hello World!”;
cout<<”Hello Class!”;


yazdığımızda çıktı olarak “Hello World!Hello Class!” yazısını görürüz. Ancak genelde biz yeni satıra inmeyi uygun buluruz. Bunun için

cout<<”Hello World!”<<”\n”; ya da cout<<”Hello World!”<<endl; yapılarını kullanırız.
Yukarıdaki kodu bu tarz yazdığımızda:

cout<<”Hello World!”<<endl;
cout<<”Hello Class!”<<endl;
Hello World!
Hello Class! 

şeklinde bir çıktımız olur.
Buradaki endl ya da “\n” bizim için şu anlamı ifade eder: “Hello World” yaz ve bir satır aşağı in, “Hello Class” yaz ve bir satır aşağı in.
Aynı şekilde bu tarz kullanım, yeni bir satıra inmenin gerekliliği ve kullanışlılığı Java’da da ihtiyacımız olan bir şeydir. Java da bunu yapmak için ise şu kullanım yeterli olacaktır:
System.out.println(“Hello World”);
Burada fark ettiyseniz “print” yerine “println”
yazdık. Buradaki “ln” takısı bize bastırma işlemini yaptıktan sonra bir satır aşağı in diyor.
Örnek:
System.out.print(“Hello World”);
System.out.print(“Hello Class”);
Çıktısı: Hello WorldHello Class
Örnek:
System.out.println(“Hello World”);
System.out.println(“Hello Class”);
Çıktısı: Hello World
Hello Class
Yani kısacası “println” kullandığımız zaman, bu “önce bastır, ondan sonra bir satır aşağı in” anlamı taşıyacaktır. Değişik örnekler deneyerek, farkını tam olarak anlayabilirsiniz.
Peki bastırma işlemini nasıl yapacağımızı öğrendik ama bunu nasıl kullanacağız, yani nereye yazacağız? Yukarıda da bahsettiğim gibi “public static void main(String[] args)” içinde kullandığımız zaman hiçbir sorun olmayacaktır.

Tamam yazdık, şimdi bu programı çalıştırmak da gerekli. Bunu yapmak ise oldukça basit.Yukarıda bulunan “Run” menüsünden “Run Project” i seçebilir ya da F6 kısayolunu kullanabiliriz. (Unutmayın, bu anlattığım NetBeans için geçerlidir, Eclipse için kısayol farklı olabilir, lütfen buna dikkat edin.)

Yukarıda yazdığımız kodu çalıştırdığımız zaman çıktımızı hemen alt kısımda bulunan “Output” alanında görebiliriz:
Bir sonraki derste görüşmek üzere.
Sevgiyle kalın.

Java Ders 2: Yeni Proje Başlatmak!

11 Mart 2013 Pazartesi
İlk dersimizde neyi nereden indireceğimizi öğrenmiş olduk. (Bkz. Ders 1 ) Bu dersimizde de indirdiğimiz derleyiceden nasıl bir proje başlatacağımızı gösterelim. :)

NetBeans üzerinden yeni bir proje açmak için şu adımları izlemeniz yeterlidir:
File > New Project > Java

New Project’i seçebilir ya da Ctrl+Shift+N kısayolunu kullanabilirsiniz.
Java ve Java Application seçili ise Next demeniz yeterli olacaktır. Değişiklik yapmanıza gerek yoktur.

Burada bizim için önemli olan 2 alan mevcut. İlk alan “Project Name” kısmıdır. Buraya istediğiniz ismi yazabilirsiniz. Projenizin adı tamamen size kalmış. İkinci önemli kısım ise “Create Main Class” tır. Mümkünse buradaki tik işareti her zaman kalsın, bunu kaldırmayın. Bu, işinizi her zaman kolaylaştıracaktır.

“Finish” dediğiniz anda da yeni bir proje başlatmış olacaksınız.

Java Ders 1: Nelere İhtiyacımız Var?

10 Mart 2013 Pazar
Daha önce Homeless arkadaşımız Java anlatmaya başlamış ama daha sonra dersleri yarım kalmıştı. Ben de bu dönem okulda Data Structures dersinin ilk iki haftasında Java anlatma işiyle görevlendirilince, öğrencilerim (!) için Java ve C++ karşılaştırmalı, en basitinden Java'ya giriş notlarının olduğu bir döküman hazırlamıştım. Hazır elimde o varken, o notları burada da paylaşayım ve herkes görsün, faydalansın, Java öğrenmeyen kalmasın istedim. :)

O zaman başlayalım bakalım:

1. Nelere İhtiyacımız Var?

Java dilinde kod yazmak için temel olarak 2 bileşene ihtiyacımız var: JDK ve kodlarımızı anlayacak-çalıştıracak bir derleyici. Hem JDK’yı hem de derleyiciyi ücretsiz olarak indirip kullanabilirsiniz. 

JDK (Java Development Kit) : Olmazsa olmazdır. Java ile program yazabilmek için bilgisayarınızda mutlaka yüklü olmalıdır. 

İndirmek için: http://www.oracle.com/technetwork/java/javase/downloads/jdk6u35-downloads-1836443.html

Accept License Agreement kısmına tıkladıktan sonra, 32 bit ya da 64 bit kullanımınıza bağlı olarak uygun dosyayı indirmek size kalıyor. :) 

Derleyici: Temel olarak Java’yı çalıştıran 2 derleyici mevcut: NetBeans ve Eclipse. İstediğinizi indirebilir ve kullanabilirsiniz. Ben NetBeans kullanmayı tercih ediyorum. Bu yüzden burada verdiğim örnekler ve görseller NetBeans için olacaktır. Eclipse için ise çalışma mantığı hemen hemen aynıdır. 

NetBeans indirmek için: http://netbeans.org/downloads/

Bu siteye girdiğiniz zaman indirebileceğiniz birkaç değişik versiyon olduğunu görmeniz mümkün. Eğer sadece Java programlayacaksanız, bu durumda “Java SE” seçmeniz yeterli olacaktır. Ancak Java’nın yanında C++,PHP gibi dilleri de NetBeans üzerinden derlemek ve çalıştırmak istiyorsanız, bu durumda diğer geliştirilmiş sürümleri de indirebilirsiniz.



Eclipse indirmek için: http://www.eclipse.org/downloads/

Yine NetBeans gibi Eclipse’in de değişik versiyonları bulunmakta. Eğer sadece Java kodlayacaksanız bu durumda “Eclipse IDE for Java Developers” seçmeniz yeterlidir. Başka programlama dilleri için ise başka versiyonları değerlendirebilirsiniz.



 Öncelikle JDK’nın ardından da derleyicinizin (NetBeans ya da Eclipse) kurulumunu gerçekleştirirseniz, hiçbir sorun yaşamadan gerekli programları edinmiş olursunuz. Kurulum esnasında özel olarak değiştirmek zorunda olduğunuz bir yer bulunmamaktadır.

İhtiyacınız olan şeylere sahip olmak işte bu kadar kolay. :)
Sevgiyle kalın!

Sistem

9 Mart 2013 Cumartesi

Malum bütün gün deney yapmakla geçti saatlerim, deneylerin sonuçları da uzun sürünce ve sürekli olarak takılma var mı yok mu diye kontrol etmek için bilgisayar başında olmanın zorunluluğundan, deney aralarında kitap okudum ben de: Dolayısıyla 1 günde bitmiş oldu kitap!

İlk diyebileceğim: Tüm bilgisayar mühendisleri ve yapay zekaya ilgi duyanlar okumalı bu kitabı. Resmen kitap bizim için yazılmış: Kitabı yapay zeka üzerine doktora yapmış olan Karl Olsberg yazmış. Kesinlikle kendisiyle tanışmak istiyorum şu an. :) O derece sevdim kitabı ama kitap biter bitmez de içimi bir korku kaplamadı değil! Kitaptakiler ya gerçek olursa diye düşünmeye başladım ben de. :) Sanıyorum ki, kitabı okuyan bir çok kişi "adamda ne hayal gücü varmış be!" deyip geçiştirecek bunu ama ben "neden olmasın yaa aslında düşününce çok mantıklı" şeklinde bir fikre sahibim.

Konu ne derseniz, hemen arka kapağındaki yazılanlara dikkat çekmek isterim:

"Adı: Pandora
Türü: Yeni nesil bilgisayar virüsü
Özellikleri: Öğreniyor, büyüyor, öldürüyor

Hissedarlarına yapacağı sunumda, kurucusu olduğu yazılım şirketinin geliştirdiği ve Google'la rekabet edebilecek arama motorunu tanıtan Marc, yarattığı yapay zekanın yalnızca birkaç küçük kusuru olduğunu sanıyordu. Yazılımın hazırlanmasında çalışan iki programcının esrarengiz ölümünden sonra, virüsün dünyadaki internet ağına hızla yayıldığı ve ulaştığı her yerde korkunç bir kaos ve yıkım yarattığı anlaşıldığında, işlemediği iki cinayetin zanlısı olarak aranmaya başlamıştı bile. Eski çalışanı Lisa ile birlikte bu yapay zekanın üstesinden gelip dünyayı kurtaracak bir antivirüs programı yazmak için ölümüne bir savaşa giriştiler. Ama daha hiçbir şey görmemişlerdi...

Bilgisayarlarının, açıp kapadıkları basit makineler olduğunu düşünenler! Düğmeye basmadan önce bir kez daha düşünün!"

Konusu böyle, türü ise gerilim. Çok fazla gerilmedim açıkcası ama oldukça meraklandım. Her bölüm bittiğinde - ki bölümler oldukça kısa ve bağlantılıydı - yeni bölüme hemen başlamalıyım şeklinde hırslandım hatta. Dolayısıyla da 375 sayfa uzunluğundaki kitap çatır çatır bitiverdi bir günde ve kesinlikle arkasında da etki bıraktı. Etkilenmemin sebebi, zaten bu konuya ilgi duyduğum için olabilir. O yüzden tavsiyem bu konu hakkında hiçbir fikriniz yoksa, önce biraz fikir edinin daha sonra alın elinize kitabı.

Kitap için yapabileceğim tek olumsuz şey, çok fazla karakterden bahsedilmiş olmasıydı. Kitabın en başından itibaren karakter isimlerini ve neci olduklarını not aldım, böylece konularda ve bölümler arasında hiçbir kopukluk olmadan tamamladım kitabı.

Bilgisayarcılar, mutlaka okuyun!

Kitabı satın almak için:
Kitap Yurdu: TIK TIK
İlk Nokta: TIK TIK
İdefix: TIK TIK
D&R: TIK TIK
Ya da bana müracaat edebilirsiniz.


Ayrıca kitabı bana alan(!)- birlikte aldığımız- Barsh'a da burdan sevgiler ve teşekkürler!
Sevgiyle kalın.

İmago

6 Mart 2013 Çarşamba

Daha önce aynı yazara ait "Lucian" isimli kitabını okumuş ve burada ondan bahsetmiştim. Lucian okuduğum en iyi kitapların arasındaydı, ama İmago ona yetişemedi. Sanırım içinde aşk teması olan kitaplar daha önceliğimde oluyor artık. Bilemedim şimdi. :)

İmago'dan bahsetmek gerekirse en başta değişik adından da anlaşılabileceği gibi fantastik bir kitap ve söylemem gerekirse içinde aşk teması yok. Ama kitabı okuduğum süre boyunca, ağladığım yer de oldu,(tabi bu benim önem verdiğim şeylerle ve o anki ruh halimle alakalı bir durum) tüylerimin diken diken olduğu yerde, meraktan çatladığım yerde oldu.

Kitabın kapağındaki resim kesinlikle cuk oturmuş demek istiyorum ayrıca. Tek diyebileceğim kitabın resmine bakıp aa bu biraz korkunç bir hikaye falan mı yaa diye düşünenler olabilir, ama hiç alakası yok. Ordaki kuş simgesi de, rengi de aslında bambaşka şeyleri ifade ediyor ve çok da güzel bir benzetim olmuş bence.

Biraz çocuk kitabı yalnız. Esas kızımız da 12.5 yaşında olunca, bu durum ondan kaynaklanıyor sanki. Dolayısıyla, sanki benim yaşımın altında da kaldığından bir Lucian etkisi yaratma ben de.

Bu arada sanırım kitabın bahsettiği konu hafif Narnia günlükleri mi ne (izlemedim, tam olarak bilmiyorum) öyle bir film var, ondan esinlenilmiş olabilir diye düşünüyorum ama eğer bu kitap o filmden önce yazılmışsa ( ki araştırmadım ) bu durumda yazarı kutlamak lazım. Değişik kitaplar yazıyor kendisi.

Son olarak kitabın arka kapağından bahsetmek gerekirse:

"BU BÜYÜLÜ DÜNYAYA ADIM ATMAYA HAZIR MISINIZ?

Günün en sevdiği dakikalarıydı bunlar... Birazdan saatin rakamları tamamen değişecek ve yeni bir güne merhaba diyecekti Wanja...

Fakat beklediği şey olmamış, yeni gün gelmemişti. Zaman durmuştu! Anlam veremediği bu kargaşa içerisinde, kendisinden başka kimsenin göremediği esrarengiz bir davetiye almıştı. Yeni bir dünyaya, İmago'ya davetliydi.

Lucian ile okurların büyük ilgisini kazanan Isabel Abedi, fantastik dünyanın sınırlarını zorlamaya devam ediyor... Siz de onun farklı dünyasına adım atmak istiyorsanız, 'İmago'ya hoş geldiniz...'

Sayfa sayısı: 365
Kitabı satın almak için:
Kitap Yurdu: TIK TIK
D&R: TIK TIK
Ya da bana müracaat edebilirsiniz.

Sevgiyle kalın.

Ölüler Kuşağı

3 Mart 2013 Pazar

Baktım ki benim işin gücün azalacağı falan yok, böyle giderse daha bir kaç ay roman okuyamazdım ben. O yüzden "aa yeter artık" dedim ve başladım okumaya. Elime aldığım ilk kitap Daniel Waters'ın Ölüler Kuşağı isimli kitabı oldu. 414 sayfa olmasına rağmen 3 gece de bitirdim. :) Özellikle geceleri, yatmadan önce kitap okumayı çok seviyorum, böylece gece kafamı yastığa koyduğum zaman uykuya çok daha rahat dalıyorum, kafamda saçma sapan bir sürü düşünce belirmiyor, kitabı düşünüyorum ve kısa sürede uykuya dalıyorum.

Ölüler Kuşağı, adından da anlaşılacağı üzere fantastik bir gençlik romanı. Yazarın ilk gençlik romanıymış, öyle yazıyor kitabın arkasında ve bence gerçekten başarılı olmuş. Bir kere oldukça sade yazmış, felsefik karmaşık cümleler kullanmamış, dolayısıyla çok fazla yoğunlaşmadan bile rahatça okuyabildim. Bu arada kitabı okuduğum süre boyunca, sanki bayan bir yazarın elinden çıkmış bu kitap diye düşündüm durdum, öyle bir his. Değişik. :)

Kitabın arka kapağı konusunu gayet güzel anlatıyor:

" Ülkenin dört yanında garip bir olay yaşanıyordu. Ölen gençlerden bazıları ölü olarak kalmayıp diriliyor ve hayata geri döndüklerinde ise artık eskisi gibi olmuyorlardı. Herkes korkuyordu onlardan, yaptıkları her şey yanlış anlaşılıyordu. İçinde istenmedikleri bir toplumun arasına karışmak için ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlardı. Oakvale Lisesi'nin yönetimi 'biyotik açıdan farklı' gençleri daha sıcak karşılamaya çalışsa da, öğrenciler nefes almayan biriyle birlikte kafeteryada yan yana oturmayı, ya da aynı sınıfı paylaşmayı istemiyordu. Ve 'yaşam engellileri' temelli olarak ortadan kaldırmak isteyenlere karşı 'yaşayan ölü'leri koruyacak bir yasa yoktu. Phoebe, Tommy Williams'a, yani ölü çocukların liderine kapılınca buna kimse inanamadı. Ne en iyi arkadaşı Margi, ne de futbol takımının yıldızı, komşusu Adam. Adam, Phoebe'ye karşı arkadaşlıktan öte duygular besliyordu ve onun için her şeyi yapmaya hazırdı. Phoebe de Tommy için! "

Ayrıca kitabın arkasında bulunan yorumlardan biri benim de hoşuma gitti:

"Sahneye ilk kez çıkan yazar Waters'ın buruk, orjinal, doğaüstü romanında Stephenie Meyer, John Green ile buluşmuş..." - Kirkus Reviews

Ben de hemen hemen bu yoruma katılıyorum. Tamam Stephenie Meyer Alacakaranlık serisi ile ortalığı birbirine kattı, bu anlamda tabiki bir çok kitabı ezer geçer ama bu kitabın da gelecek vaat etmediğini söylemek çok yanlış olur. Açıkcası ben bu kitabın devamını bekliyorum. Benim için sonu buruk bitti, ben mutlu son istiyorum, burdan duyun sesimi, devamı yazılsın lütfen. :) Ayrıca tüm fantastik severlere de tavsiye ediyorum. :)

Kitabı satın almak için:
Kitap Yurdu: TIK TIK
D&R: TIK TIK
Ya da bana müracat edebilirsiniz. :)

Sevgiyle kalın.

Bir Adam Girdi Şehre Koşarak

2 Mart 2013 Cumartesi

Yazarı Tarık Tufan. Sunucuymuş kendisi, tanımıyorum ama ben. Simasına baktım internetten ama yine de çıkaramadım pek. Bu kitap ile tanımış oldum kendisini.

Kitap elime bir yarışma sonucu geçti ve kitap hakkında diyebileceğim ilk şey: Değişikti!

Arka kapağında şöyle yazıyor:

"Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleriyle çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinden artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleriyle düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından utanan genç adam ve diğerleri.
Şehrin ötekileri yani.
Biraz Raif Efendi, biraz Maria Puder, Sartre, Bachelard, Anna ve biraz Kudüs.
Karanlık, rutubetli, çok bağrışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir şehirde hayatta kalabilmek için her şey.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulabilmek için yani.
Tarık Tufan, 'Bir Adam Girdi Şehre Koşarak' kitabında her şey hızlı akarken, yavaş gidenleri, yorulanları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor."

Yoğun çalışma döneminde olsam bile bir günde bitirdim kitabı. 118 sayfa zaten, öyle çok uzun değil. Sıkmıyor hiç insanı, dediğim gibi oldukça değişik, biraz felsefik, biraz hayatın acı yüzü. Ahmet Altan okuduktan sonra, sanki yazar da bir şekilde Ahmet Altan'ın uslubundan etkilenmiş gibi hissettim ama fikrim Ahmet Altan gibi olabilmesi için daha uğraşması, kendini geliştirmesi lazım.

Ayrıca yazar kapitalizmi sevmiyor, ondan canavar gibi bahsedip duruyor. Ben bu işlerden, bu alanlardan hiç anlamam desem? Şimdi bana kapitalizm nedir diye sorsanız, adam gibi anlatamam desem? Ve gerçekten de ilgimi çekmiyor, bilmeden de mutluyum ben. Umrumda değil desem? Çok mu cahilim ben? Ya da meraksız? Bu kadar kitap okuyorum da bilmiyorum yani, normal mi bu?

Ve yazar Gazze'den bahsediyor. Oradaki savaştan, patlayan bombalardan, ölen çocuklardan, ölümlerden. Ölümle ilgili kitap okumak istemiyorum ama okuduğum son 2 kitap da buna yer veriyordu, içim acıya acıya okudum, okuduğumda da kötü oldum. Çabuk etkileniyorum ben.

Ayrıca bugün bana "Senin Türkçen anlaşılmaz." dediler. Cidden öyle mi ? Bazen kendimden şüpheye düşüyorum. Acaba ben yazamıyor muyum? Ben de yazabilirim gibi geliyor ama bazen bana, biraz uğraşsam, biraz daha kendimi geliştirsem, ben de felsefik şeyler yazabilirim gibi geliyor. Sahi yazı yazmak ne kadar zor, yazar olmak çok mu zor?